31 Aralık 2011 Cumartesi

İhtilal Davetiyesi





ihtilal davetiyesi 

kimyanı bozacak yeni bir simayla 
altın sarısı başakların tortusu tenimde 
zırhlı kalyonlarımı salacağım üstüne 
henüz saçılmadan senin haylaz ceninlerin 
cıvık dışkılar halinde 
bir çağın kanayan rahmine 
sen ey inanmayanların aciz putu 
beni ertele 
er geç göçeceğim kursağına 
senin tüysüz akbabalarının 
mahveden çengiyle 
inerek kışlağımdan aç kurtlarım
sıcak lobutlarını parçalayacaklar 
bir sabah vakti çöken bir gece kasvetinde 
sesimi hapsetmeye çabalarken senin müşrik senin 
aptal kanun mazbatalarının 
aptal konseylerin konsüllerin 
sen ey asalak cuntaların plastik rejimi 
bir tutam sakalıma 
ve siyah çarşafıma hazırla kendini 
ne soğuk mazgalların 
ne demir potinlerin 
sökemeyecek göğsümden anne sütünü 
göğsümden rasül sıcaklığını söküp alamayacaklar 
her notada bilenen ezinç türküleriyle 
her eylemde biraz daha fişlenen düşlerimle 
senin tiran düşlerine karabasanlar döşeyeceğim 
sen ey çemkiren köpeklerin çaresizliği 
gülücükler ve demeçler dolusu vahşet 
beni bekle 
azdır içimde durulmayan öfkeyi 
oyuncak yargıçlarını sal 
hapçı haçlılarını kışkırt üstüme 
biraz daha mengenelere kıstır 
biraz daha bur hayalarımı 
beni biraz daha yasakla 



muğayir muharip

Reis Bey

NO-EL !NKILÂBINIZ KUTSUZ OLSUN!


 "26 Aralık 1925’te çıkarılan 698 sayılı kanunla Türkiye Cumhuriyeti’nde
 resmi devlet takvimi olarak Milâdî Takvim kabul edildi. Ülkede 
   1 Ocak 1926’dan itibaren miladi takvim kullanıldı." 

Arvasi Hoca'dan Pasajlar



Ben bu memleket gençliğinin çeşitli oyunlara gelerek Türkçü ve İslamcı kamplara bölünmesine karşıyım. Türk’ün İslam’dan ayrılması ve İslam’ın Türklükten tecrit edilmesi beni tedirgin ve rahatsız eder. Türk ve İslam şuurunun bir bütünlük içinde bulunmasını savundum hep. Türkiye de Müslüman gençliğin iki kampa bölünmesini istemiyorum. Bütün maksadım bunu önlemek… Önce “sentez” dedik, sonra bizi tatmin etmedi. Çünkü haklı olarak denildi ki; sentez: tez ile antitez arasında üçüncü bir buluşma noktasıdır. Ve haklıydılar şüphesiz bunu söyleyenler. Çünkü Türklük ile İslamcılık arasında bir zıddiyet yoktu ki; bunun sentezini yapalım. Ama bir kelimeye ihtiyacımız olduğu kesindi. İster buna Türk – İslam davası, ister Büyük Doğu, ister İbda deyin… Biz Türk’ün İslam ile yeniden kurtuluşuna ve kültür ve medeniyetinin ihyasına çalışıyoruz…

Türk – İslam ülküsü, en azından bin yıldan beri süregelen, A.Kerim Satuk Buğra Han’dan süre gelen davanın, yani Türk’ün İslamlaşması ve İslam’la yücelme davasının bir devamından başka bir şey değildir. Bir yeni ideoloji değildir. Tarihi bir oluşumun günümüzdeki devamıdır, Türk – İslam ülküsü… Yani Türk’ün İslam’la ebedi kaynaşması, bütünleşmesi, kültür ve medeniyetinin bununla yoğrulması demektir.

...

Evvela fikrin kavranması sonra müesseseleşmesi söz konusu olabilir. Fikir müesseseleşmeden önce gönülleri ve kafaları fetheder ve sonra müesseseleşir. Evvela fikir gücüyle mevcut olacaksınız, sonra da o fikir müşahhas biçimde ortaya çıkacak. Türk – İslam Ülküsü davasının her geçen gün biraz daha güçlenerek yürüyeceğine ve Türk’ü ihya davası olduğuna inandığım için bu müesseseleşmenin durdurulamayacağı kanaatindeyim. Evet, durdurulamaz çünkü tarihi bir kökü var. Türk kesin olarak görmüştür ki İslam’ın dışında mahvolmaktadır. Macarlar, Bulgarlar, Peçenekler. Ancak müslümanlaşarak Türklük kendini kurtarabilmiştir. Ve böylece İslam’a hizmet etmiştir. Türk, İslam’ın dışında büyük tehlikelere maruz kalacaktır. Biz, İslam’la kaynaşıp bütünleşen kültür ve medeniyetini İslam’la yoğuran bin küsur senelik bir Türklük varlığına dayanarak konuşuyoruz. Gelecek yine bu tarihi temele oturarak sürecektir. Yani Geleceğin Türkiyesi, İslami ve milli karakterini koruyan muasır bir Türkiye olacaktır. Kültür ve medeniyet planında konuşuyorum, yani siyasi planda değil.

...

Üstaddan bahsettiniz. Necip Fazıl Bey’den… O da Ülkücülerdeki dinamizme, motor gücüne inanıyordu. Bence Ülkücüler bu dinamizmi kaybetmiş değillerdir. O dinamizm o günkü şartlarda öyle tecelli etmiştir.

...

Arkadaşlarımızın bir kısmı hareketi bir siyasi hareket olarak sürdürmek istiyorlar. Yani bir parti hareketi olarak. Ben şahsen bir kültür hareketi olarak kalmasını istiyorum. Yani partiler üstü bir hareket… Hiçbir partiye ram olmadan, bir kültür ve medeniyet hareketi içinde yayılmasını istiyorum. Çünkü mesele Türk milletinin bütünlüğünü koruma meselesidir. Belki bizi savunan 10 tane parti olabilir. Benim için önemli olan bu değildir. Benim davamı savunan belki yirmi dergi çıkabilir… Hepsini savunurum. Yani beni destekleyen, bu davayı destekleyen herkesi destekleyeceğim. Ve beni köstekleyen herkesi rakip bileceğim. Bu yüzden partiler içinde bizi destekleyen olursa teşekkür ederiz.

Biz siyaseti küçümsemiyoruz. Siyaset olmadan bir memleket idare edilemez. Memleketin siyasi kadrolara ihtiyacı vardır. Ama memlekette siyasi hareketin dışında ona yön veren onlardan bağımsız fikir hareketlerine de ihtiyaç vardır. Yani fikri bir siyasi partiye mal ettiğimiz zaman fikir kaybeder.

...

Biliyorsunuz sosyolojide bir kaide vardır; bir kültür hareketinin güçlenmesi, temaslarla mümkündür. Kapatın bir havzaya bir insan grubunu orada ilkel kalır. Ama salın cemiyet kendi özünü kaybetmeden, temaslarla beslenir. Bence Ülkücü hareket şu anda kendini beslemektedir. Okuyup araştırmaktadır. Kendini sorgulamaktadır; Kritik etmektedir. Dününü bugününü ve yarınını o temel üzerine oturtmak istemektedir. Kimileri henüz bu kritiği yapmaksızın dergi ve gazeteler çıkartmakta 2 -3 sayı sonra pişman olmaktadır. Sonra yeni bir dergi çıkartmaktadır. Bu, hareketin dinamizmidir. Burada hedef olarak gaye birdir. Türk – İslam medeniyetinin ihya davasıdır. Nereye giderseniz gidiniz budur. Ama bu sadece Türkiye’ye mahsus bir hareket olarak kalmaktan da öte, bir gün Allah dilerse İslam âleminin, bir gün Allah dilerse beşeriyetin kurtuluşu için halka halka büyüyen bir harekete dönüşebilir. Yani dün düşük bir hareket olarak başladı, halka halka temas kurarak geniş kitlelere doğru açılıyor. Yarın nerede nasıl bir şekil alacağını bilemiyoruz. Ama bu hareketin durmayacağı, önlenemeyeceği kesindir. Çünkü ben şuna iman etmişim; Türk ayağa kalktığı zaman İslam dünyası ayağa kalkacaktır. Selçuklu çöktü İslam dünyası köleleşti, Osmanlı çöktü İslam dünyası sömürgeleşti. Biz ayağa kalkacağız ve İslam dünyası ayağa kalkacak. İslam dünyasının ayağa kalkması demek beşeriyetin büyük kurtuluşa adım atması demektir. Böyle bir ümit ve haz içinde bulununca, Ülkücü hareket bir fetih hareketi halinde, şu anda birçok noktayla temas halindedir. Bu temasla bir şeyler almakta ve bir şeyler vermektedir. Ama işin temelinde bir ihya hareketi vardır.

Bunun için Türk – İslam Ülküsü, Büyük Doğu İdeolocyası’nın bir parçasından başka bir şey değildir. Hatta bir devamından başka bir şey değildir. Biz Necip Fazıl’ı kendi şairimiz, kendi edibimiz, kendi mütefekkirimiz ve kendi bayraktarımız kabul ederiz. Hatta bana göre Necip Fazıl 20. yüzyılda Resulullah’ın şairidir, edibidir. Bizim dehasına inandığımız, sevgisini kazanmak için çırpındığımız sevgisini kazandığımız ve kendisini çok sevdiğimiz Necip Fazıl Bey bizim hayatımızda ve hareketimizde etkili olacaktır. Bu etkiyi her geçen gün biraz daha fark edeceksiniz.

Biz şimdi anayasalarla kanunlarla boğuşmuyoruz. Anayasa ve kanunların düzenlediği sınırlar içinde; kanunları ve sınırları elimizden geldiği kadarıyla,(Üstadın tabiriyle) gererek netice almaya çalışıyoruz. Yoksa kanunsuzluk zemininde dolaşmayacağız. Ülkücülerin daha önce kanunsuz zeminlerde dolaştırılırsa bundan sonra dolaşmayacağız demeleri tabidir. Fakat ben dolaştıklarını sanmıyorum. Bazı çocuklar dolaşmışsa ve bazı kanallar tarafından buna itilmişlerse bir daha bu hale düşmeyeceklerdir. Gördük; bazı kuvvetler ülkücülerle suç işletmişlerdir. Mahkemelerde gördük; suç işletmek için özel tuzaklar kurulmuş

Mahkemelerde ülkücü hareket şöyle itham edildi: Devlet varken siz niçin bu işleri yaptınız? Bu iş devletin sorumluluğundaydı, siz memleketin düzenini sağlamaya kalktınız. Bu soru çok müşkül duruma soktu işi. Devlet yoktu diyeceksiniz suç, devlet vardı diyeceksiniz suç. Şimdi ülkücü hareket haklı olarak kendini toparlamıştır. Devletin yapacağı görevlere bilhassa asayiş görevlerine girmeyecektir, girmemelidir de. Böyle hareket etmesi uygundur.

İnanmış olarak, dava adamı olarak iyimserim… Hep bunu telkin ettim… Bunu kendime de yaparım. Ben, Türk- İslam Ülküsünün yani Türk- İslam kültür ve medeniyetinin ihyası davasının, ülkücü hareketin her geçen gün biraz daha güçlenerek ilerlediğine inanıyorum. Büyük Doğu mektebinden yetişen ben; Necip Fazıl Bey’i bu davanın önemli hem çok önemli bayraktarlarından biri olarak görüyorum. Ülkücü camia Necip Fazıl Bey’i her gün biraz daha benimseyerek ilerleyecektir. Hareket bir kültür hareketi olarak gelişecek, zamanlara ve şartlara göre müesseseleşecektir.

Aceleci değiliz. Hiç acelemiz yoktur. Gayret bizden Tevfik Allah’tandır. Bize düşen sabırlı bıkmadan çalışmaktır. Arkadaşlarımda öyledir. Yorulmadan çalışırız. Ve neticesini de mükâfatını da Allah’tan bekleriz.

Üstadın dediği gibi yarın elbet bizimdir. Yarın mutlaka bizimdir ve bizim olacaktır. Bizim zaferimiz Türk devlet ve milletinin zaferi olacaktır. Bununla da kalmayacak esir Türklüğün ve İslam âleminin kurtuluşuna ışık tutacaktır. Kim bilir belki de beşeriyetin kurtuluşuna öncü olacaktır. Beynelmilel bir karakter bile kazanabilecektir.

Biz, bütün sahte mabutların yıkılacağı bir gün geleceğine inanıyoruz. Bütün bu sahte mabutlar tarihin çöplüğüne dökülecek ve Allah’tan başka ilah olmadığı anlaşılacaktır. Mukaddes kitabım da sevgili Peygamberimizde haber vermektedir.

Seyyid Ahmet Arvasi / Son Röportajından



30 Aralık 2011 Cuma

İslami Mücadelenin Seyri

İSLAMİ MÜCADELENİN SEYRİ

-İhtilal nasıl oluyor, nasıl olacak?-



Bu iş eski ihtilallerin tekniğinden farklı olarak, eşya ve hadiselerin gereği bizzat hasım güçlerin sürüklediği değişim dalgasının kullanılması şeklinde olacak.

Kemalist Projenin Anadolu’ya hapsettiği Müslümanlar.. Ve Abdulhamid’in bizzat başlattığı İslamî direnişin Seyyid Abdulhakîm Arvasî Hazretleri’nin mayaladığı Büyük Doğu iradesiyle bir sistem ve düzene kavuşturulmaya çalışıldığı yıllar.. Keramet çapında bir “Tarih Muhasebesi” ve oyunu kuralına göre oynamanın eşsiz dehâsı..

Anadolu’dan tamamen sökülüp atılmak istenen Müslüman Türk - ümmetin İslamî iradesi- merkezî vatanını kaybetmemek noktasından hareketle pek doğru bir istikamet şuuruyla “mekânda kurtuluş”u için bizzat Osmanlı Padişah’ının iradesiyle kendisini feda ettiğini bile bile milli mücadeleye desteğini verdi. Seyyid Abdulhakîm Arvasî’nin keskin göz keyfiyetiyle bu fedakârlığın muradı halinde “mekânda kurtuluş”un hedefine ulaştırılması gayesi, Üstad’ın sinesine akıttığı “Dünya”nın “BÜYÜK DOĞU” şeklinde tezahürü ile neticelendi. Milli Mücadele’yi ŞUURLU bir biçimde manalandıran biricik iradenin yanında, iman sezgisiyle isabet kaydeden Müslümanların derece derece tavırları. Keyfiyet farkı şuur ve ruhta olmak üzere İslamî tavır böylece başlamış oldu.

Savaş ertesi Büyük Doğu iradesiyle taşınan su ve yumuşatılmaya çalışılan çorak toprak Anadolu.. Çorak toprak devrin kaskatı şartlarında bin bir güçlükle suya kavuşturuluyor. Said-i Nursî ve Süleyman Tunahan Hazretleri’nin muazzam çabalarıyla, doğrudan İslamsızlaştırmak dalgası kırılıyor. Fakat bedeli çamur deryası, ortalığı sinek ve haşereler sarmıştır. Kazanılan eşsiz mevziîye rağmen Müslümanların eşya ve hadiselerin geliş ve gidişinden habersiz oluşlarından istifadeyle çalınan ve heba edilen emekler ve oluşturulan potansiyelin üzerine çöreklenen nevzuhurlar!...

Kemalist Projenin asıl gayesi olan, doğrudan milletin dönüştürülerek İslamsızlaştırılması temelli projesi, milletin “kalben buğz” baskısıyla püskürtülünce, çok partili hayata geçilmesi yoluyla proje içi bir muhalefet durumuna mahkûm edilmek isteniyor. Biriken İslamî baskının hafifletilmesi ve dejenere edilmesine yol bulmak için çok partili bir siyasî rejimin kabulü, Kemalist Projenin hızlı ve keskin bir dönüşüm hedefini revize ederek, uzun vadeli bir oyunu kabul etmek zorunda kaldığını gösterdiği yıllar. Mekânda kurtuluş iradesini ortaya koyan İslamî mücadelenin Kemalist İrade de açtığı ilk gedik… Fakat henüz pek zayıf. Siyasî partilerin millete yaranmak ihtiyacıyla İslamî renge doğru kıvrıldığı bir süreç yaşanıyor. Büyük Doğu’nun “sistem içi” unsurları “sistem dışı” bir şuurla ele aldığı ve Müslümanları şiddetle uyardığı bu yıllarda İslamî direnişin bütün samimiyetine rağmen bunu anlayamaması, benimseyememesi. Demokrat Parti, Milli Nizam, Milliyetçi Hareket, Doğru Yol ve Anavatan Partileriyle daima CHP şer ocağının yıpratılması çabası sürerken bu arada ince bir telkin dehasıyla ve zaman zaman şiddetli çıkışlarla davasının akacağı kalıbı bulmaya çalıştığı görülüyor.. Ve tüm denemeler eşsiz verimleri bir yana bir türlü öz kalıbını bulamayan bir ruh ve anlayış olarak yaşamaya devam ediyor. Sakıt evlatları, yani bizzat yetiştirdiği evlatları tarafından yalnız bırakılan Büyük Doğu. Parsacı tiplerin gölgesinden kaçarak şahsiyet bulacaklarını zan ettikleri BÜYÜK DOĞU.

Bugün İslamî toplulukların hepsinde ideolojik etkisi görünen ve kendi güdüklükleri açığa çıkmasın diye “edebiyat” çapına indirilmeye çalışılan BÜYÜK DOĞU!..

İşte bu yıllarda, Büyük Doğu Mimarı, İBDA Mimarı ile karşılaşıyor. Büyük Doğu Ruh ve Anlayışı, oluşturduğu potansiyeli mirasyedi zihniyetiyle tarumar etmeye karar vermiş sakıt evlatların tasallutundan kurtulmanın mihrak şahsiyetine kavuşmuş oluyor… Ve “sistem dışı” bir şuuru vermek için sert ve devrinde anlaşılması mümkün olmayan bir telkin aleti olarak “şiddet hareketleri” dönemi… Üç ana misyonu gerçekleştiriyor. Birincisi Büyük Doğu potansiyelini el sürenin başının belaya girdiği pahalı ve el yakan bir miras belirtir duruma getirerek sakıt evlatların Üstad’dan ve Büyük Doğu’dan, Mevlana ve Mesnevisinin muhtevası boşaltılmış “AKİBETİNE” eş bir OYUNCAK çıkarmak hevesleri ellerinden alınıyor. Bu birinci misyon Büyük Doğu “öz”ünün kendi “çevre”sinin istismarına karşı savunulması mahiyetiyle en önemlisi ve her şeye değer. İkincisi ise belki çoğunluğu ile samimi fakat gafil ve muhakkak hain unsurlarıyla İslamî mücadelenin “sistem içi” zihniyetle ilerleyişini , “kendi öz sisteminin şuuruyla” ilerlemek şekline yükseltmenin gerektirdiği acil mücadele ihtiyacı. Bu aciliyet ise İslamî “çevre”nin ezilmesi hesabında olan “hasım”lara karşı savunulması misyonun gereği biliniyor. Zira keskin göz kendisini feda etmek pahasına, hızla 28 ŞUBAT Toslaşmasına doğru ilerleyen kardeşlerinin şaşkın bakışları altında derin darbesini vurmak zorunda kalıyor… Üçüncüsü ise “hasım” odakların İslamî mücadelenin nefesini tümden kesmek hedefli iradesini panik oluşturmak yolu ile psikolojik olarak çökertmek. Nitekim o gün 28 Şubat’ın görünmeyen tam niyetine mukabil sadece balans ayarıyla yetindiğini bugün artık biliyoruz. Birinci ve üçüncü misyonun başarıyla ifa edildiğini görüyoruz. Fakat ikinci misyonun yeni dönemde “şiddet hareketleri” dışında şuurlu bir tercihle devam ettirildiğini görüyoruz.

Devrin şartlarında anlaşılması mümkün olmayan bu sert çıkışa karşılık, zihniyet ve anlayış olarak hazır olunmamasından kaynaklanan samimîlerin şaşkınlığını, kaçış yollarını döşeyerek kullanan zayıflar ve hainler… İslamî mücadelenin acil ihtiyacına nisbetle, kendi öz kadrosunu ehliyet şartlarına henüz ulaştıramamış bu iradenin adeta tek başına lideriyle yürüttüğü bu derin operasyon hala hakkıyla anlaşılabilmiş değil. 28 Şubat ile birlikte yaşanılması mukadder bozgunu en hafif zararlarla atlatmamızı, Üstad’ın, Said-i Nursî’nin, Süleyman Tunahan’ın ve sayısız fedakâr insanların bütün hâsılasını kurtaran, 28 Şubat’ın “bu işi bitirmek” niyetini geri çeviren iradesi… Ve bu iradenin maksadını elde ettikten sonra, yani iş geçtikten sonra istikbale yönelik belirtebileceği tehlikenin bertaraf edilmesi amacıyla “idam”a mahkûm edilerek şehit edilmek istenmesi. YIL 1999. Beklenmedik (!) bir şekilde Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesiyle “idam” cezasının kaldırılması. Artık Kemalist rejimin maksada hizmet edemeyeceği anlaşılmıştır. Başlatılan yeni dönemin ve yeni oyunun adı Neo-Osmanlıcılık, Yeniden BÜYÜK TÜRKİYE, Genişletilmiş Ortadoğu Projesidir.

Anadolu vatanından Müslüman Türk’ün sökülüp atılması ve Avrasya’ya püskürtülmesi gayesi ile başlatılan saldırının, derdi İslam’ın silinmesi olduğundan bunu vaad eden Kemalist iradeye teslime rıza göstermesi Müslüman Türk milletinin Anadolu’yu yâr etmeyeceğinin anlaşılması sonucunda oldu. Yani Viyana’dan başlayan geri çekilme ve püskürtülme durumumuzun tersine döndüğü “birinci kırılma noktasını” teşkil etti. Batı küfür iradesinin bu rızası sonrasında milli mücadeleyi yapan asıl irade olan İslam iradesi karşısında bu vaadini tam anlamıyla gerçekleştiremeyen Kemalist irade, birinci dönem diktatörlük usûlünü terk etmek zorunda kaldı. Buna “ikinci kırılma” noktası diyoruz. Başlayan çok partili rejim, TC’nin derin yapısını oluşturan Kemalist iradenin muhafaza edilerek, demokrasi görünümüyle İslamî mücadelenin dolaylı yoldan Kemalist sistemi kabul etmesi mantığı ile uygulamaya konuldu. Bu yolla mücadelenin İslamî muhtevadan arındırılması hedeflendi. Fakat izahı yapıldığı şekilde demokratik imkânların İslamî mücadele lehine kullanılması karşısında bugün Ergenekon denilen Kemalist çelik çekirdek parçalanmaya yüz tuttu. Bu durum 28 Şubat balans ayarına varan süreçte açık olarak görüldüğünden, Kemalist çelik çekirdeğin ve rejimin tasfiyesi 28 Şubat süreci sonrası başlatıldı. Artık İslam referanslı içtimai tezahürlere kapıyı aralamış, fakat siyasî hedeflerinden soyulmuş bir rejime yol verildi. Dünya genelinde bir türlü baş edilemeyen ve sürekli mevziî kazanan ve batıyı İslam topraklarından def etmek gayesiyle yükselen İslamî mücadelenin de tetiklemesiyle yeni bir dünya nizamı zorunlu hale geldi.

Yeni Osmanlı... BOP... İslam görünümlü bir Proje!... Bundan 10 yıl öncesine ait bir tespitin tezahürleri... Hedef gevşek federasyon (konfederasyon) şeklinde "demokratik bir düzen"i, Osmanlı sahasına hâkim kılarak, gelişen ve bir türlü önüne geçilemeyen iç ve dış İslamî muhalefetin, "sahte zafer" duygusu yaşatılarak, kendi “öz” hedefinden saptırılması, sömürülmesi ve faydalanılması.

“Üçüncü kırılma” bu oyunu direkt durdurmak yolu ile değil, daha öncekiler gibi kullanmak marifetini sergileyebilmek yolu ile olacak. Daha doğru ifadesiyle kullanmak yoluyla durdurmak noktasında düğümlü bir yolla. Fakat bu aşamanın “kalben buğz”, “dil ile müdahale” aşamasından “elle ile müdahale” aşamasına doğru intikal ettirilebilmesi için “demokratik düzen” muhtevalı yeni düzenin savunucusu İslamî kadrolara, alternatifinin mal edilmesi gerekiyor. Bu mal ediş ne kadar derinleşirse, yeni nizamını kurmak hevesiyle desteğini Müslümanlara sunan küfür iradesinin ters yüz edilmesi o kadar kolaylaşmış olur. Ve “Üçüncü kırılma” muradına erdirilebilir. Daha önceki aşamaların sadece kabul etmemek (muhalif tutumla) bertaraf edilmesi mümkün olduysa bile ki bunu mümkün kılan husus Kemalist iradenin ferdî ve içtimaî alana kadar uzanan İslamsızlaştırma faaliyetlerinin gözle görünür olması ve bu sayede milletin görüş alanına giren İslamsızlaştırmayı red edebiliyor oluşu idi. Hâlbuki bu yeni dönemde batı küfür cephesi, ideolojik ve politik sahada İslamsızlaştırma iradesini korurken, ferdî ve içtimaî sahada bu iddiasından vazgeçmek yolunu tutmuş bulunuyor. Dolayısı ile bu yeni dönemin bertaraf edilebilmesi, “demokratik düzen” ideolojik muhtevasına çeşitli tevil ve tabirlere bağlanmış bulunan İslamî aktörlerin (milleti etkileyen hâlihazırların) “BÜYÜK DOĞU” ideolojik vahidine bağlanarak bu yolla milletin de “demokratik düzen” maskeli tahakküm rejimini red edebilmesini sağlamak.

Bu amaçla bugün inandırılamasa da mümkün olan en yüksek yaygınlıkta milleti etkileyenleri etkilemek anlayışına bağlı olarak hareket edilmesi gerekiyor . Hem de bıkmadan, usanmadan. Bu örtülü tahakküm anlaşılıp daha belirgin hale geldikçe, artık yeni düzenin de referansı haline gelmiş olan İslam’ın sahtesinden gerçeğine, BOP’tan Büyük Doğu’ya doğru etkileyicilerden başlamak üzere lehimize olmak üzere çözüleceği bir bedahat. Fakat bunun mümkün olabilmesi için, “Büyük Doğu”yu temsil eden kadroların öncelikle yeni dönemi iyi kavraması ve buna uygun bir teşkilatlanma içerisine girmesi gerekiyor. Daha önceki dönemin “ideolojik formasyon” eksikliğini kısmen kaldırdığı fakat bu yeni dönemin slogan boyutunda sürdürülemeyeceği anlaşılmalı. Özellikle Büyük Doğu bağlısı kadroların (!) ahlâkta, fikirde ve fiilde doğru temsil edilmesinin, yeni dönemin “hata” kabul etmez şartlarında ne kadar önemli olduğu görülebilmeli.

Büyük Doğu Gençlik Hareketi bu şuur ve anlayışa ermiş ve ermek derindeki Müslüman Anadolu Evlatlarını beklemektedir…

Nerdesin diye sorulduğunda sağına soluna bakmadan buradayım demenin müşahhas tezahürünün Hareketimizle hemen irtibata geçmek demek oluşu görülmüyor mu?..

Abdullah Kuloğlu

İhtilâl

Yaşasın İnkılâp!

Şarkımız


ŞARKIMIZ

  Kırılır da bir gün bütün dişliler,
     Döner şanlı şanlı çarkımız bizim.
  Gökten bir el yaşlı gözleri siler,
    Şenlenir evimiz, barkımız bizim.

       Yokuşlar kaybolur, çıkarız düze,
       Kavuşuruz sonu gelmez gündüze,
  Sapan taşlarının yanında füze,
     Başka âlemlerle farkımız bizim.

        Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman;
                 Görürler, nasılmış, neymiş kahraman!
               Yer ve gök su vermem dediği zaman,
   Her tarlayı sular arkımız bizim.

Gideriz, nur yolu izde gideriz,
      Taş bağırda, sular dizde, gideriz,
          Bir gün akşam olur, biz de gideriz,
          Kalır dudaklarda şarkımız bizim...

Necip Fazıl Kısakürek 
  • +
  •  
  • 0

İnanç İnsana Uyuşukluk Değil,...

Tarih'e Merak

İhtilâl Tekniği Üzerini Kısa Bir Not

   

İhtilâl Tekniği Üzerini Kısa Bir Not

Gelişim Yayınları’nın "Devrimler ve Karşı-Devrimler Tarihi Ansiklopedisi"ni okuyoruz şu an. Neredeyse Fransa İhtilali’nden sonraki tüm büyük ihtilalleri gözden geçirdik; başarı ve başarısızlık sebepleri vs. Gerçi bundan önce de aynı kanaatlere sahiptik fakat, konuya giriş vesilesi kıldık. Tespitlerimizi sizinle de paylaşmak istiyoruz izninizle:


1) İdeolojik temeli olmayan ihtilaller başarıya ulaşamıyor


2) Tüm ihtilaller içtimai bünyeye uygun düşen teşkilat ve kadro hareketlerinin ürünü.

Not: Her mevzuun kendine has “usul” şartına sahip olması gibi, içtimai gurup ve kurumlar da kendilerine uygun irtibat, anlaşma ve haberleşme vasıtalarını seçerler. Şuur süzgeci davası!....

3) İhtilal hareketinin her aşamasında şiddet hareketleri ancak o zaman ve şartlarda içtimai bünyece hazmedilebildiği oranda kullanılıyor. Bir ihtilal hareketinin başarısı, şiddeti fikrin mâledilmesine yaptığı hizmetler çerçevesinde ele almasına bağlı. Burada şiddet-fikir-halk üçlemesi önemli. Halkın şiddete bakışı belirleyici. Bu konuda bir diğer önemli nokta ise uygulanan şiddetin izahını yapma imkanları. Yani öyle durumlar var ki halk şiddeti arzular halde olur, fakat uygulanan şiddet hareketlerinin bu arzu ve ihtiyaca hizmet ettiğinin izahı yapılamaz. İzah konusunda ise sanıldığının aksine bilgilendirmeden ziyade güvene dayalı temsil gücü belirleyici. Aslında bu konuyu "İhtilalci harekette şiddet ve psikolojik temelleri"başlığı altında incelemek lazım.


4) Geniş manası ile "iletişim-irtibat-anlaşma" konusu "hayati" önem arz ediyor. Geniş manası ile derken iki unsuru öncelikle belirtmek isteriz:


Birincisi, temsil edilen Dünya Görüşü’nün kitlelerin öncelikli meselelerine derman ve çözüm olarak tekliflerinin, açık bir program halinde halkın diline çevrilmesi...

İkincisi ise, halkın örfi iletişim kurumlarını kullanma becerisi, yeteneği. Yani birincisi sindirime hazır gıda, ikincisi ise sanki biberon. İsterseniz buna "Uygun Esas, Uygun Usul" Prensibi diyelim.

Not: Henüz zihnimizde olgunlaşmış bir şey değil fakat, Anadolu’da "Kahvehane Kültürü" ve "Sohbet"geleneği malum. İster yeni bir kurum olsun isterse mevcut kurumlardan herhangi biriyle olsun "Uygun Usul" zımnında değerlendirilebilir bizce. Bu konuda geçmiş tüm hak–batıl kitleselleşebilmiş hareketleri incelediğimiz zaman, Anadolu insanının bu seçiciliğini görürüz. Tecrübe ilimdir. Burada imkanlar ve ideal arası muhasebe zorunluluğu kendini dayatıyor!...

Fakat hemen şunu belirtmek lazım, böyle bir yapıya geçiş için imkanların yetersizliği söz konusu olsa bile, "açık ve net ara hedeflerle belirlenmiş bir programın varlığı" üç tür etki doğuracaktır.


1) Önünü görme etkisi; sisli bir yolda yol çizgisinin veya öndeki aracın varlığının sürücü üzerindeki rahatlatıcı etkisi buna ne güzel bir misal!..

2) Ulaşılabilirlik; bebeği harekete geçirmede annenin kullandığı usul!.. Yakınlaştırma.


3) İş içinde eğitim; kıt kaynakları etkili kullanma ve halkla temasın kaçınılmaz olarak meydana çıkaracağı benimsetme ve anlatma güçlüklerinin fikrin halkın diline çevrilmesi-güncelleştirilmesi konusunda yapacağı geri bildirim ve buna bağlı teferruatçılık şuuru!..

Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, programın tümüyle, yani özellikle nihai safhalarının süreç başında veya ortasında hemen gündemin başına oturtulmaması gereği... Bu konudaki açığı, fikrin genel karakteri ve tavrına havale etmek!..

Abdullah Kuloğlu

Kitle Psikolojisi

Akıncı Güç

Teşkilat Üzerine

Teşkilat Üzerine


STÖ veya genel isimlendirmeyle teşkilat, kabaca 3 unsurla mümkün. Birincisi mudir bir fikir, ikincisi bu fikre bağlı bir kadro, üçüncüsü yine aynı fikre bağlanmış bir sermaye gücü (finans). İster menfi, isterse müsbet olsun bu böyle.

İhtilal ve İnkilapçı bir teşkilat için alet mevkiinde olan teşkilat meselesi, şekilleri yer ve zemine göre has ve hususî olabilse de, nihayetinde topluma, bağlandığı ideolocya örgüsünü benimsetme temel gayesine bağlı bir şube.

Teşkilat için imkân söz konusu edildiğinde; bizzat bağlanılan fikirden, kadrodan finans meselesine kadar temel unsurların ve diğer teferruatların ne ölçüde var olduğundan bahsedilir. Herşeyin başı ruh olmak üzere imkânın yokluğunda, bu imkânın hazırlanması da teşkilatlanma faaliyetinin hasrı içindedir. Veya teşkilatın gerekliliğinin izahı ve ihtiyacın derinleştirilmesi de o ruhun kazandırılması gayesine matuf ayrı bir şube.

BDFO bu manada, sürekli değişen eşya ve hadiseler zemininde, teşkilatın gerekliliğini izah ve ihtiyacın derinleştirilmesi gayesine bağlı alet rolüne sahip herşeyden önce. Velev ki BDFO henüz bir teşkilat kıvamına bürünememiş olsun, fark etmez. Böylece böylesi bir teşkilatın gerekliliği ve ihtiyaç olarak his edilmesi keyfiyeti, hadiselere yanaşan bağlıların şuur durumunun, değişen eşya ve hadiseler karşısında ne derece hazır olduğunun da göstergesi. "Ben kimim?" veya "Biz kimiz?" sorusuna bu yolla verilmiş bir cevap. Kısaca mükemmel bir fikre bağlı olmak, peşin olarak bizi mükemmel yapmaz, yapamaz. Hadiseler karşısında gösterdiğimiz, gösterebildiğimiz tavırlarla -ahlakımızla- ancak mükemmel fikri ne kadar kendimize mal edebildiğimiz anlaşılabilir. Mütefekkir'in meşhur misaliyle, kilerdeki gıdayı ne kadar güçlü olduğumuzun göstergesi diye sunmak ancak kendimizi kandırmak olur. Teoriden pratiğe ordan tekrar teoriye şeklinde gel gitler boyunca zengileşmesi mümkün bir meselenin, sadece fikri olmadığını anlamak bakımından sanırım önemli bu konu. Sindirilememiş hareketin aksiyon-amel ile alakasızlığı, bizi ister istemez fikrin içine işlemiş ahlâka göz dikmeye zorluyor. İcabında dış yüzden aynı gibi gözüken durum ve tekliflerin, birisi ulvî gayeye bağlılığın bir tezahürü olabilirken bir diğeri ulvî gayeye bağlı görünmenin getirilerinden faydalanmak suflî gayesine de nişan olabiliyor. Mekr-i İlahî gereği gayesi suflilerin de ulvî gayeye hizmetçi oluşları bu durumu değiştirmez. Bu tip imkânsızlıkları içe bağlı imkânsızlıklar olarak işaretliyelim.

Dışa bağlı imkânsızlıklar ise, misal olarak finansman gibi, hal edilmesi gerekli olmakla birlikte esasta teşkilat ve kadroyu muhkemleştiren unsurlar (sıçrama taşı keyfiyetli) arazlar rolünü oynar. Yani dışa bağlı imkânsızlıklara bağlı yaşanan bozgun ve geri çekilmeler eğer iç imkânsızlıkalara mahkûmiyet söz konusu değilse bilakis teşkilat ve kadro için faydalı tecrübe sınıfına girer. İşte bu teşkilat ve kadronun, sağlam fikri, sağlam bir şekilde sindirebildiğinin en önemli göstergesidir. İstikamet meselesi!.. Zaten aksiyon-amel de istikamet üzere hareket manasına geldiğinden, burda gayenin topluluk elde etmek olduğu görülür. Çekirdek topluluğun etrafında halkalanan topluluk!..

Biz henüz bir topluluk muyuz, yoksa bir sürü mü?

Yazılanlara muhatap olan bağlıların, zaman zaman heyecanla his ettiği fakat sonra o heycanın yitirilmesiyle kaybolup giden bir bağlılık derecesi?! büyük bir ekseriyetle ikinci halka topluluğun varmış gibi görünüpte asılda yokluğunu doğuran gerçek amil. Zatından hareketli, yani motivasyonunu her şart altında canlı ve diri tutanlar açısından bu amil başlı başına bir imkânsızlık konusu.

Bu gözle, Müteffekkir'i bizzat biz ademe mahkûm etmiş durumdayız.

Son günlerde yaşanan ve yaşanmaya devam eden gazze olayları vesilesiyle, iliklerimize kadar tezahürlerimizin zemini aletlerin yokluğunun ızdırabını yaşamış olabiliriz. Fakat bu bugünün meselesi değil, dünün ihmal edilmiş meselelerinin sonucu. Bu ihmal devam ettiği müddetçe, anlık öfkelerin beslediği anlık hareketlere mahkûmiyet devam ettiği müddetçe, aynı akibeti yaşamamız mukadder.


Zafer, televizyon ekranından seyredilen İslam Ordularının heycan uyandıran ataklarının tazyikiyle, çoşkunluğa kapılıp havaya yumruk sallamakla gelmez. Ortada bizatihi sen olmadığın için kavgasını yapma imkânsızlığı içinde boğuşan bir topluluk var.

İslam toprakları içinde ha Anadolu ha Gazze !.. Gazze'de savaşı gerekli kılan Hamas'ın varlığı, yoksa Anadolu daha az kuşatılmış değil. Tek fark bizim Hamas'ımızın teslim olmaz ve teslim etmez iradesi ve onun tezahürlerinin olmayışı. Bu başlı başına tüm halis tepkilere rağmen bizim Mahmud Abbas siyasî kültürüne ve ahlâkına bağlı oluşumuzdan. Her ne kadar tezatlı gibi görünse de, yarım oluşa rızalığımızın, gazze'de tam oluşa kast ve irade etmiş Hamas'a kurşun olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu bir iyi niyet meselesi değil sadece, mücerret bir azim ahlâk tasavvur edilemez. Yani mücerret bir iyi ahlâk mümkün değil, iyi ahlâka istikamet gösteren sağlam fikir etrafında teşkilat ve toplu iradenin göstereceği sistemli bir mücadele lazım.

Yoğurma aşaması!.. adım adım halkalamak için halkalanmak meselesinde düğümlü. Şimdi sen, yani bizatihi bu yazıyı okuyan Siyonist İsrail'den yana mısın ? Yoksa kuşatılmış "Anadolu" düğümünü çözmek gayesiyle ikmal edilmesi zorunlu Hamas'ını kurmaktan yana mı? Öyle hamaset ve dış yüz fikir yalayıcılığı ile ikmali mümkün olmayan Hamas'ının mı? Anla!..



17/01/2009


Doğu Strateji

Seyyid Ahmet Arvasi'yi anıyoruz...

Kurbağala(ma)!

Bakış açısı önemlidir!

Mukaddesatçı Türk ve Aksiyon


Mukaddesatçı Türk ve Aksiyon

Lüpçü olmak hastalığına müptela, bugünün güyya milliyetçi ülkücü ayak uydurmacı stratejik düşünebilen dahi liderleri ne anlar bu dilden!...

Ellerinin altına olmak ve oldurmak için koşan milyonlarca genci, batılı hayat tarzına karşı güyya tavır kisvesi altında, zıddından devşirmek marifetinden başka ne yaptı bu hanım amcalar.
Başyücelik Devlet'inin Şanlı ordusunun baş otağını temsil eden Başbuğ'luğun madde ve mana şartlarından habersiz, tüm imkânlarını istikbalin inşaacı gençliğini yoğurmakla vazifeli bu şerefli makamla ne alakaları var bu hayasız cahillerin!...

Sadece en gizli ve derin bir taktik dehasıyla, mevcut imkânları istismar ederek, ocak ocak kendi öz nizamına geçit gençlik olmaya ne kadar da hazırdı tertemiz Anadolu evladı!.. Böylesi bir marifetin ve taktiğin sahibiyiz edalı alçaklar kumpanyası, Anadolu evladını yabancı ruhların mahremlerinden, yabancı akılların dehlizlerinden, yabancı ellerin marifetinden doğmuş, namahrem düzenine hizmet ettirdin, hatta saçları kirpi, belleri zilli, öz yasası şeriatına düşman ettin, ettirilmesine güldün geçtin. Atamız boşuna pak diline mal etmemiş "hain" ve "düşman" diye zıddını işaretlemek için. Senin dilinde o kadar çok pelesenk oldu ki, hatta sen bunu öylesine yalama ettin ki, maddesine ve manasına kıydığın gibi Türk'ün, dilininde böyle ırzına geçtin.

Boşuna değil Ey Mukaddesatçı Gönüldaşlarım, atalarımızın "hain" ile "düşman"ı ayırması. Seni bir sonraki aşamada kendi öz kavganı vermek için, şimdilik kaydıyla, ertelenmiş öz savaşına yol olsun, yol bulabilesin diye, işte tamda bu hakikatin perdeleyici diliyle zehirlediler. Geçti şimdi o savaş, geçti o tehlikesi vatanın ve milletin. Ya şimdi hani bizim öz savaşımız, bu rezil ve hayasız Garbın akını değil yaşadığımız, Garblılar doğurdu tertemiz analarımız, Garblının tohumuna bekçilik etmiş olduk. Ya şimdi hani bizim öz savaşımız, hem komünizme, hem kapitalizme, hem her türlü emperyalizme karşı? Komünizme karşı öl, öldür, aksiyon diye ertelenmiş, iple çektirilen öz savaşımız, öz nizamımıza doğru savaşımız, öylesine ertelendi ki, ruhumuzu çaldılar, emperyalizim ve kapitalizimin kucağından sırıtıyor yüzleri lider bellediğimiz pezevenkler!..

Fikir!!! Ey Mukaddesatçı Türk, anlıyor musun? Fikir, yani bütün karşı oluşlarımızın istinat noktası, uğruna can alıp can verdiğimiz Türk'ün İslam Nizamı, kardeş milletlerin göğsünü ferahlandıracak !.. Sana Allah, ana, baba, karındaş, vatan ve şeref adına yeminin en büyüğü ile söylüyorum ki, emperyalizim kullanmış oldu, Allah, ana, baba, karındaş ve vatan ve şeref ve namus duygunu!.. Fikir dedim Ey Mukaddesatçı Türk, bunu anlıyor musun?

İki dev arasında (kapitalizim ve marksizim) mahremini kirletmek isteyenlere karşı, ilk önce şunun işini hal etmeliyiz diyenlerin arasından, kavgasını kozmopolit, sahte, emperyalist kuklası yavşaklara karşı yükselten, yükseltmeye davet eden kim var? Allahsız komünist diye yeri göğü inleten, gel benimle, bu vatan borcudur diyen bu münafık ağızlılar niye bügün mukaddesatının ırzına geçen Allahsız kapitalistlere karşı, Allahsızlık damgasını olanca şiddetiyle vuramıyor?

Aksiyon !!! Anlıyor musun Ey bu vatanın öz evladı sana helal bu vatan, yani senin mana ve iman damarlarınla bağlı olduğun, diğerlerinin yabancılaşmış, yavşaklaşmış hallerine bir bak!... , sadece o yüzden senin bağlısı olduğun milyarlaca dedenin yattığı ve bir deniz gibi, deprem gibi altında dalgalandığı için bu vatanın toprağı, sana helal bu vatan!.. Aksiyon işte bunun için, aksiyon içeriden ve dışarıdan.
Fikir ve Aksiyon !!!... Anlıyor musun Ey İnanmış Peygamber kuzusu pak ve temiz analar dolu diyarın çocuğu!.. Fikrinin hakkını ver, fikir mimarının!.. Aksiyonun hakkını ver, aksiyon mimarının!.. Sen öz yurdunda garipsin, hem vallahi, hem billahî öylesine garipsin ki, bir lahzâ hüznünü def etmek için uğruna kurban olduğumuz Allah Rasulü hakkı için, işte bu kadar büyük yeminlerle, en ücra köşesinde bir zamanlar yuvalanmış imanını ispat etmek mecburiyetinde kalıyoruz.
İşte seni bu hale getiren kim? Bunu düşün. Hepçi ol, Lüpçü olma!.. Lüpçü muvaazacı münafıklardan lider olmaz, hesap kitap yapa yapa korkusundan düşmanın veya hainliğinden mi desem, ne farkı var ayrıca ha öyle ha böyle, senin bu vatan ve millet!.. Başından, ayağının toğuğuna kadar, Ağrının zirvesinden, Konya'nın ovasına kadar, Allah ve Rasul'ünün, Allah ve Rasulü'nün olsun diye şehid düşen milyarların... Çoğunluğun hakkı diyorlar sana, saygı duy diyorlar, yol demokrasi diyor lider kılıklı sünepe tipler sana. Ya Allah ve Resulü'nün, ya milyarlaca şehid müslüman milletimin hakkına el atılıyorsa, ırzına geçiliyorsa bu temiz toprağın ve gençliğim devşiriliyorsa da mı saygı be ahmak!.. Çoğunluk biziz, çünkü biz iman ediyoruz şehidlerin ölmediğine!!! Gözlerine iman edenlerin göremediği milyarlaca şehidimiz, kara topraktan sandıklarına basmışlar Şeriat mührünü, seçimi biz kazandık niye diyemiyorlar.

Anlıyor musun? Deden niye "hain" ile "düşmanı" ayırmış. Hain çünkü münafıktır, yalancıdır, mantığa uydurur yalanlarını ve sen terini akıttıktan, canını verdikten sonra kusar küfrünü pis sırıtan ağzından.
İşte bunu anladığın gün olacaksın asıl Ülkücü, muhtevası Allah Şeriatının en yüce olması olacak bileğinde patlayan süratları, milyarlarca şehidinin şu dünyadan daha sahici yüzlerinde belirecek gülümsemesi.

Sen Ülkücü değilsin şu halinle, lüpçüsün, yavşaklaşmış, her mukaddes fikri kusan şuurunla işte vatan şahid buna. Düşün, bütün yüreğimle, damar damar gerilen vücudumla ve hıncımla, düşün. Fikret, zikret, cihadet. Fikrini bul, zikrini bul, cihadını bul. Önce bunu düşün. Kafanı kaldırdığında dallacağın uyuşturucu ve pörsütücü havayı unutma. Zehirli bu hava, kafa karıştırıcı, zihin kontrolü görüyor musun? Bütün bu mantıklı ve hesaplı dünya gerekleri zamanında, bu koşuşturma altında bütün bir tarih yanıyor!!!! Olmaz böyle, biraz uymak lazım, zaman bu zaman diyenlere inama, Allah'a inan.
Söz yalama oldu. Ey Mukaddesatçı Türk Gençliği bunu iliklerine kadar his ediyorsun, avutuyorlar seni !..

Fikir ve Aksiyon!.. Anlıyorsun.

Büyük Doğu Ocakları Dergisi

29 Aralık 2011 Perşembe

Höng Milliyetçiliği




Kıyafetlerimiz Orta Asya'dan,
Şapkalarımız kalpaktan,
Kanunlarımız Türk Töresi'nden,
Takvimimiz 12 Hayvanlı Türk takviminden,
Alfabemiz Göktürklerden,
Tarihimiz Kaşgarlı Mahmut'tan, 

Eğitim sistemimiz Nizam-ül Mülk'ten, 
Musiki çalgılarımız Kumuz'dan,
Meclisimiz Kurultay'dan, 
İdaremiz Oğuz Kağan'dan...
... ...

Ne Türk Milliyetçisi değil mi ama!..

Evvela "Kabuk Milliyetçisi" değiliz, Büyük Doğu'nun 
prensibleştirdiği Milliyetçiliği ve bu prensibin 
siyasi örgüsü Anadoluculuğu, 
topluluk hakikati olan ümmetçiliği benimsiyoruz... 

Fakat öyle ki tepeyi attıran malum şahsın 
"Kabuk Milliyetçisi" bile olmamasına rağmen 
milliyetçi görülmesi!

İddia odur ki, kendisi yapıp ettikleriyle 
bugüne kadar gelmiş geçmiş hatta gelecek olan 
hiç bir milliyetçilikle bağdaşamaz!

Y•P



Utansın



UTANSIN

           Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
       Hedefe varmayan mızrak utansın!
            Hey gidi küheylân, koşmana bak sen!

       Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!



Eski çınar şimdi Noel ağacı;
   Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
      Onu sürdürmeyen çırak utansın!

Ölümden ilerde varış dediğin,
  Geride ne varsa, bırak utansın!
          Ey binbir tanede solmayan tek renk,
         Bayraklaşmıyorsan bayrak utansın! 


      Necip Fazıl Kısakürek

Bir TC Hikâyesi: Ferd is loading...



bir TC hikâyesi
-cemiyet is error-


ferd is loading... 


          ...indi bindi hindi turkey topmodel televole maç çam noel 
tekel tekadam madam stadyum put podyum porno tckimlikno 
19230002012 milenyum medyum medya yayaya şaşaşa şapka
kanka banka piyango tango piyasa kaza zaman kerhane 
nane namus dans kabus borsa para yasa hsyk stk pkk tck
 tdk ttk tsk kpss face üniversite city kredi ftipi iett metro 
tiyatro yat kat şarap avrat sanat küsürat rüşvet 
teşhir şöhret şehvet servet rtük +18 seks faiz – 8 eks...


no completed...

-buyrun cenaze namazına-

q: "nasıl bilirdiniz?"

"no answer"

the end

Y
P

Başyücelik Devletine Doğru

Cihad içinde geçen bir hayat

M.K. (57)