26 Ekim 2012 Cuma

Üstad Necip Fazıl’ın bilinmeyen kitabı: Put Adam


Üstad Necip Fazıl sayısızca esere imza atmış. Fikir, şiir, tasavvuf, biyografi, piyes gibi çeşitli alanlardaki eserleri arasında bilinmeyen bir kitabı var. Kitabın ismi ise "Put Adam"

Mustafa Kemal’in hayatını anlatan kitap hakkında değişik iddialar mevcut. Genel kanaat Üstad Necip Fazıl’ın 1975 yılında Osmanlıca olarak yazdığı ve basılması için birisine verdiği. Türkiye’de basılmamış fakat Arap bir mütercim tarafından çevrilerek yayınlanmış.

Üstad Necip Fazıl tarafından ana taslağı oluşturulan kitap bir subayın vesikalarını da içeriyor.

Eski Türk Subayının  ilk vesikasında şu ifadeler yer alıyor:

"Ben hanedana ve yakınlarına mensup değilim, sarayda da bulunmadım ve sarayda
yetişmedim. Fakir bir aile çocuğuyum, hiçbir suretle saray hizmetinde bulunmadım.
Millet ve memleketine ve padişahına ve Osmanlı hanedanına ve bu memleketin halkına ve kahraman ordularına ihtiras uğrunda yapmış olduğu hudutsuz fenalıkları, hadiselerin içinde bidayetinden beri gördüğüm ve bildiğim için bu üzüntüden kendimi tutamayarak hayatıma da mal olsa, yazmaktan kendimi men edemedim. Ancak oğlum ve torunlarımın hayatını şimdiye kadar tehlikeye atmak istememiştim."

Nesillerine zarar gelmemesi için subayın ismi saklı tutulmuş. Vesikalarda ise yaşadığı dönem ilgililerinin söz ve müşahedelerini tespit etmiş.

Eski Türk Subayı’nın kim olduğu hususunda birkaç tahmin olmasına rağmen net bir bilgi bulunmuyor.

Kitap Arap mütercim olan Abdurrahman Abdullah tarafından 1978 tarihinde Lübnan’da  arapçaya çevrilmiş. 544 sayfadan oluşan eserde "Put Adam" kitabının yanında 
 Dr. Rıza Nur’un hatıratlarına da yer verilmiş. 

25 Ekim 2012 Perşembe

Bayram


BAYRAM
Deliye her gün bayram… Muztaribe hiçbir gün… Allahın gerçek bayramı baş üstüne… Zalimin sahte bayramı ayak altına…
Bugün, Yaradanın ilâhî ziyafet günlerinden biri… Bütün seneyi oruçlu geçiren bir zâhid, yalnız bu günlerde oruç tutamaz. Bu günler,
azabı bile lütuf olan Allahın, ayrıca lütfuna remz… İki gözümüz bile çıksa, görmek şuur ve idealinin içimizde yaşaması yüzünden hamde mecbur olduğumuz Allah’a, bu günlerde, bilhassa, mücerred nimetini düşünerek, hamd için hamdetmekle mükellefiz.
Bir bayram sabahının, Müslüman Türkte ve tamamiyle milletin çerçevesinde ne derin hassasiyet çizgileri vardır. Çocuklukta yatağımızın ta önüne dizdiğimiz gıcır potinlerimiz, kar gibi beyaz çamaşırlarımız, büyük annelerimizin gül kokulu baş örtüsü ve kuka tesbihi, bahçede meleyen kurbanlık koyunlar, alev gibi parlak bıçaklar, dökülen kan, alnımıza kondurdukları kan lekeleri, dudaklarımıza uzanan ihtiyar eller, atlı karınca, salıncak…
Gel de dini milliyetten ayır: gel de (projeksiyon)u beyaz perdeden ayrı farzet!..
Avrupa’lı bir (Noel) gününe bunca hassasiyet, renk ve çizgi bağlarken, biz bütün ruhumuzu devşirdiğimiz kaynağa nasıl bu hakaret gözüyle bakabiliriz? Rabbim; bizi çıldırmaktan koru! Deliye her gün bayram… Muztaribe hiç bir gün… Rabbim; baş üstüne aldığımız ve baş üstüne alınmasını dilediğimiz bayramın şevkine malik değilmiş gibi ağzımızdan dökülen mustarip kelimelerin mustarip üslûbunu bağışla! Senin, ilâhî ziyafet belirtici bayramın adına mustaripiz! O bayrama çıkmanın şartlarından uzak olduğumuz için dertliyiz! Deli olmadığımız için külahımızı havaya atmıyoruz!
Mübarek bayramın neşesi içinden fışkırttığımız bu çığlıklar ki, her halde “hamd-ü senâ”nın dua ve ricanın en güzelinden bile, indinde daha makbuldür.
Rabbim; büyük ismini, içi zifir dolu bir ağızlıktan geçen pamuk gibi ciğerimizden geçirdiğimiz ve temizlikle dolduğumuz vecd ve aşk devirlerinde, bir “Allah!” nidasıyle, bugün (Sputnik)lerin gidemediği yerlere gittiğimizi hatırdan çıkaramadık.
İsmini unuttuğumuz devirlerde de, fezayı delip geçmek iddiasıyle giydiği yelek içinde kuyruğu titretiveren maymundan aşağıya düştüğümüzü biliyoruz…
Ne yüzle bayram edelim; ve ne yüzle ilahî ziyafet gününün istihkak tavrını takınalım?
Deliye her gün bayram… Mustaribe hiç bir gün…
Allah’ım; bizi delinin bayram anlayışından kurtarıp mustaribin şevk ölçüsüne kavuşturman için tecelli bekliyoruz!
Kimi istersen kahhâr isminle kahret; kimi dilersen Hayy isminle ihya et; ister döşeklerde büklüm büklüm kıvranan meçhul lohusalardan birine bir kahraman doğurt; ister, doğmuşlardan birinin ruhuna ulvî bir sancı ver; fakat 1000 yıldır Celâl isminin îlâsı yolunda didinmiş ve bugün milyarlarca ölüsüyle toprağın altına çekilmiş ve ruhunun gözlerini toprak üstündeki 25 milyona dikmiş bu mümin milleti saadete kavuştur.
Deliye her gün bayram… Mustaribe hiç bir gün…
Masum kurbânların, toprak üstünde, senin için pırıl pırıl yanan ve buğu tüten kanları ve uğrunda feri sönen dipsiz gözleri yüzü suyu hürmetine, bize delileri akıllandıracak ve mustaripleri sevindirecek devamlı bir bayram içinde bayramını nasip et!
Deliyi akıllandıracak ve muztaribi sevindirecek bayram düne kadar Allah’ı anmayı bile yasak eden mâna ve madde şakilerinin kahraman geçindiği bu mevsimde, bütün mâna ve madde kutuplarını yerliyerine oturtucu hamleden sonra gelir!
19.6.1959
Necip Fazıl Kısakürek
(Başmakalelerim 2, Büyük Doğu Yayınları, 2. Baskı)

Devlet Mefkûresi




Görebildiğim kadarıyla 28 Şubat’ın en büyük darbesi Müslümanların devlet düşüncesine oldu. İslâmî bir devlet hayali kuranların ayakları, zoru görünce yere bastı! “Devlet olmadan da olur”la başlayan yozlaşma süreci “İslâm, devlet olmadan da yaşanır”a ve son safhada da makam ve ihale peşinde koşmaya dönüştü; dinimizi devlet olmadan da yaşayabiliriz ama makam ve para olmadan asla yaşayamayız!..

Aslında 28 Şubat bu zaviyeden bir ‘rahmet’ oldu! Herkesin çapı gözüktü. Şu üç günlük ve Allah Resûlü'nün buyurduğu üzere leş olan dünyanın nimetleri için ideallerinden vazgeçenlerin 28 Şubat öncesi neler yazdıklarını, nasıl atıp tuttuklarını ve şimdi neler yazdıklarını karşılaştırsanız eminim midenizde bir hareketlenme olacaktır. Aman lavaboya yakın bir yerde karşılaştırmayı yapınız!

Son birkaç aydır süren “İslâmcılık” tartışması üzerinden Müslümanlara devletsiz de yaşanabileceği zerkediliyor! Hani bu yazılanları Anarşistler’in çıkardığı fanzin dergilerde okusam gam yemeyeceğim ama zamanında Müslümanları laik devlete itaat ettirmek için âyet-i kerîmeleri kullanan bir gazetede okuyunca insan şüphe içinde kalmıyor değil!

Müslümanların zihinlerini ifsad edici yazıları yazanlar niye “Laiklik devletsiz de yaşanır” veya “Laik devlet gerekli mi” diye yazmazlar ve tartışmazlar. Hadi eskiden korkuyordunuz ya şimdi…

Niye Müslümanların devlet hayalinden rahatsız oluyorsunuz? Ütopya ise bizim ütopyamız, size ne? Mâdem Müslümanların devlet kurması bir hayal, bir ütopya bu telâş niye? Niye bu kadar panik yapıyorsunuz? Yazı üzerine yazı, program üzerine program yapıyorsunuz ama hâlâ panik içindesiniz! Sizdeki panik 28 Şubatçılar da bile yoktu!.. Herkes sizin gibi Demokrasi’ye inanmak zorunda mı? Niye insanları Demokrasi’ye inandırmak için zorluyorsunuz? Demokrasi’de zorlama var mı!?

Müslümanlık devletsiz yaşanıyor ise cemaatsiz de yaşanmaz mı? Devlete gerek yoksa cemaate de gerek yoktur! Her Müslüman tek başına yaşayıp dursun. Ne gerek var devlete, cemaate, teşkilâta ve hatta aileye; hayvanlar bile bir sürü disiplini içinde yaşadığı dünyamızda bizlerin bir farkı olmalı değil mi!..

Bugün ümmet olarak, insanlık olarak Osmanlı’nın yıkılmasının neticesi olan sıkıntıları yaşıyoruz. Hangi dinden, hangi ırktan olursa olsun her mazlumun yardımına koşacak bir devlet mefkûresine ihtiyacımız var! Sizin oralarda nasıl diyorlardı; birlik ve beraberliği her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde “İslâm’da devlet yoktur” diyerek karanlık odaklara hizmet etmeyin!
Şunu da unutmadan yazayım: Siz “İslâm’da devlet vardır” da demeyin. Çünkü cümlenin devamını getireceğiniz bir fikriniz yok. Siz iyisi mi bu bayramda Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in İdeolocya Örgüsü’nü okuyun. Devlet nedir, devlet şekli nedir ve en önemli devlet ruhu nedir öğrenmiş olursunuz.

25.10.2012

Yakup Köse / Milat Gazetesi

23 Ekim 2012 Salı

Moro dağlarında başkaldıranlar...

...
moro dağları başkaldıranlar
bu manayı yaşatanlar:
bırak haksıza boyun eğeni
sıcak odalardan seyretsin
soğuktan ciğeri delinenleri

açları, çıplakları
unutsun ipe çekilenleri
kurşunlananları...

malı azalmasın onun
teni incinmesin tek.

bırak karışmayıp seyredeni
candan geçen gelsin safımıza
kavga kaçkını
fistan giysin dolaşsın...

gizli inançsız için değil
kılıçların gölgesindeki yer.

moro dağları gibi dik
moro dağlarında başkaldıranlar
onlar, bu manayı yaşatanlar:

çölde susuz nasıl yürürse suya
öylesine bir akıştır bizimki

kararlı
inançlı
inatçı
...

Salih Mirzabeyoğlu / Aydınlık Savaşçıları'ndan

Genç Adam!


GENÇ ADAM!
· Genç adam, düşün! Evvelâ, insanoğlunun düşünmekten büyük haysiyeti olmadığını düşün!
· Senin yaşadığın devirde insanların meşin toptan birer kafa taşıdığını ve bu topu dolduran havanın en basit fikri bile kavurup kül edici bir kezzap buharı olduğunu düşün!
· Düşünmeyi düşün; düşünülecek her şey ondan sonra kuyruğa girer. Filozof: “Mademki düşünüyorum, öyleyse varım!” der. Ya biz ne diyelim?..
· Bırak filozofu, milozofu: Kâinatın ve insanlığın Ufku, bir ân düşünceyi bilmem kaç yıllık ibadete denk tutar ve şöyle buyurur: “Yarabbi; bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster!” Aziz varlığın aziz aynası fikir… Düşün!
· Seni karartmak isteyen tesirler evvelâ sende mücerret fikir istidadını, yani varlık şiarını körletmekle işe girişti. Bunu düşün!
· Hiç bir kaptan haritadan, hiç bir şoför kilometre işaretinden, hiç bir doktor röntgen camından şüphe edemez. Fakat sen, Tanzimattan bu yana, önüne sürülen bilgi ve hakikat unsurlarından şüphe edebilirsin!.. İlimde bile dolandırıldın? Bunu düşün!
· Düşün ki, genç adam, Masonluk, Yahudilik, Kozmopolitlik, daha bilmem ne ve ne, Türk bütünlüğünü çürütmeye memur, gizli ve maskeli tesirler eliyle, senin için yalancı tarih kitapları düzülmüş, zehirleyici telkin iklimleri kurulmuş, kök kurutucu aşılar hazırlanmıştır; ve senin, gayet mazur olarak, bunlara inanman, kapılman, bağlanman sağlanmıştır. Düşün!
· Beynelmilel fesat erkân-ı harbiyesi Yahudiliğin, kâh emperyalist, kâh komünist, kâh liberal cepheden, fakat daima murakabesiz bir taklitçilik ve hesabı görülmemiş bir ilericilik telkiniyle yürüttüğü bu tesir, her şeyden evvel, senin, mutlak temele dayalı mükemmel ahlâkını didiklemeyi hedef tutar. Ondan sonra kafanı herc-ü-merce uğratmak, senin bütün gerçek kahramanlarını düşürmek ve sahtelerini, yani emirleri altındakileri yükseltmek… Bu iş için siyasî recüllerden, sözde ilim adamlarına, sanatkârlara iş ve servet otoritelerine kadar, devir devir, müstemleke – şahsiyetler bulmakta hiç zorluk çekmemişlerdir. Düşün!
· Sana sürdürülen bu kaba ve nefsânî hayatın ötesine, varlık sebebine, hakikatlerin hakikatine ait uyandırıcı telkinler, senden cüzzam illeti gibi kaçırılmış, sana lâşe gibi gösterilmiştir. İnsanoğlunun biricik meselesi olan sonsuzluk iştiyakı ve onun ahlâkı, yaşanmaya değer hayatın hesabı ve onun duygu ve düşünce ölçüleri, onlarca sebze hâllerinin süprüntü eşyasıdır. Düşün!
· Bunlar sende, dimağî cihazı kişniş şekerinin tanesi kadar küçültüp, hazım ve tenasül cihazlarını alabildiğine şişirmekten ve urlaştırmaktan başka yol takip etmediler. Bu gidişi görüp seni tezgâha çekecek ve beyninle tabanın arası büyük ruh imarına tâbi tutacak bir rejim de hiç bir gün kurulmadı.
· Sen yalnız düşün!
· Suç senin değildir!
· Suçu irca edeceğin vâhidleri, sınıfları ve şahısları düşün! Düşün!
· Sen, düşünmeyi düşünmekten başlayarak düşün, yeter!
Necip Fazıl Kısakürek / İdeolocya Örgüsü


Şehid



Necip Fazıl Kısakürek
Ortadoğu Gazetesi / 06.07.1979

Gelelim Nihâl Atsız'a...

Gelelim Nihâl Atsız'a...

Sene 1950... Büyük Doğu idarehanesine gelmiştir. O zamana kadar tanıdığım ve yüzyüze geldiğim biri değil. Yalınız koyu ırkçılığı ve (Hitler) vâri sağ kaşı üzerine uzattığı saçlariyle (karikatür)leştirdiğini bildiği

m, Dr. Rıza Nur yetiştirmesi bir adam... Peyami Safa onun için, Nâzım Hikmet'e koyduğu teşhis ile "tam bir ahmak!" derdi:

- Havası, esprisi, mizaç renkleri olmayan biri...

Konuştuk. Büyük Doğu'ya hayranlığını ve hele "İdeolocya Örgüsü"ne diyalektiği bakımından büyük alâka duyduğunu belirtti. Onunla komünizma ve belli başlı bir şahsa düşmanlık mevzuunda birleşiyorduk; fakat bu (antitez)lere karşılık asıl (tez) bahsinde apayrıydık. O, Türkçülük hissinden geliyor, bizse İslâm fikrinden yola çıkıyorduk. O, ideolocyalaştırılması imkânsız bir duygunun adamıydı; bizse her hissi potasında eriten bir düşüncenin bağlısı...

Bir gün onu evime çağırdım. Tam bir nefs ve dünya muhasebesine girişelim diye... Yanına iki arkadaşını alıp geldi: Fethi Tevetoğlu ve Nurullah Banman... Sabaha kadar konuştuk. Kafa ve ruh çilesine sahip bir insan olmaktan çok uzak göründü bana... Bir milletin hayrı diye bir dâva olamazdı. Ancak bütün insanlığa dağıtımı kabil, beşeriyet çapında bir dâva...

Ona sordum:- İslâmiyet hakkında ne düşünüyorsunuz? Hemen cevap verdi:

- Milletimin dinidir; hürmet ederim!

- Ya milletinizin dini Şamanlık olsaydı?..

İslama böyle bir iltifat, onu topyekûn reddetmekten beterdi. Kıymet, millete verilmiş ve İslâm tâbi mevkiine düşürülmüş oluyordu. Halbuki biz, Türk'ü müslüman olduğu için sevecek ve müslümanlığı nispetinde değerlendirecek bir milliyetçilik anlayışı peşindeydik ve bu anlayışa "Anadoluculuk" ismini veriyorduk. Bir konferansımızda, 15 yıl sonra söyleyeceğimiz gibi, "eğer gaye Türklükse mutlaka bilmek lâzımdır ki, Türk müslüman olduktan sonra Türktür!" tezini güdüyorduk.

Nihâl Atsız'ı budalalığı ve ezberci kültürü içinde son derece sığ bir insan olarak böylece yaftaladıktan sonra, onunla ortak olduğumuz nefret kutupları üzerinde 1950 ve 1958 Büyük Doğu'larında bazı yazılarını da neşrettik. 1958 Büyük Doğularında beni, Adnan Menderes'in sermayelendirdiğini zanneden Nihâl Atsız, isminin imlâsını Etnan Bey diye yazdığı Adnan Menderes'in güya bize yağdırdığı nimetlerden pay istediğini bana mektupla bildirmeye ve yazılarına ödenen paranın azlığından şikâyet etmeye kadar gitmiştir.

Onunla asıl ayrılığımız ve karşılıklı nefrete kadar giden aykırılığımız, ismine ihtilâl dedikleri 1960 gece baskınından sonradır. Hadisenin ikinci günü telefon başındayım ve onunla konuşuyorum:

- Atsız, ne dersin bu hâllere?

- Ne diyeceğim, pekâlâ derim. Seni hâlâ tevkif etmediler mi?

- Niçin tevkif etsinler beni?- Şeriatçiliğinden ve Etnan Bey'e bağlılığından ötürü...

- Ya seni niçin tevkif etmiyorlar?

- BEN DİNDAR DEĞİLİM Kİ!..

Telefonu nefretle yüzüne kapattım ve ölünceye kadar yüzünü bir kere bile görmedim.

İhtilâlden sonraki Büyük Doğu'lar ve bütün Anadolu'yu telgraf hatları gibi ören konferanslarım, onun temsil ettiği, ruhî muhteva dışı posa Türkçülüğünün iflâsını bana gösterdi; ve Nihâl Atsız Bey, "Ötüken" ismiyle çıkardığı dergide Kâinatın Efendisine, hiç bir rezilin kullanamıyacağı sövme kelimeleriyle saldırırken, O'nun ümmetinden en hakîr fert olmanın üstüne şeref tanımayan beni de ihmâl etmedi ve şahsî hayatıma ait türlü iftiralarla lekelemeye davrandı. Nihayet, davasının, türlü sulandırılma ve diriltilme tecrübelerine rağmen silinen izleriyle beraber hiçbir iz bırakmadan silinip gitti.

Bir gün büyük Doğu neslinin pırıltılı neşterini saplayacağı ümidini muhafaza ettiğimiz "Babıâli" ufunetini göstermek için bu kadar misâl yeter.Türkiye'nin birbuçuk asırdır beklediği gerçek ruh ve kültür ihtilâli, önce "Bâbıâli"nin millileştirilmesi, ahlâkîleştirilmesi ve temel görüşe oturtulmasiyle başlayacaktır.

Necip Fazıl Kısakürek / Bâbıâli

Güneş yenilenemez, Göz yenilenir.



- İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir.


- Anlayış mı?.. Nurun aynadaki aksi... Aynayı yenilemek...

- Güneş yenilenemez, Göz yenilenir.



Necip Fazıl Kısakürek

İdeolocya Örgüsü'ne Ek: Akıncı-Güç Kadrosuna İthaf

Hangi bağımsızlık?



(Sakarya'da Yunanlıları yendikten sonraki, yenilişlerinde asıl sebep, çizmeyi aşan Yunanistan'a müttefiklerin yardımı kesmesi ve iç olaylarıdır, İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetlerinin niçin çıkıp gittiğini, açık açık tarihî gerçek olarak ortaya koymaksızın kazanılmış bir bağımsızlıktan bahsetmek... Aşağılık bir devrin propagandasına göre ayarlanmış bir tarih yerine, gerçek bir tarih ilmi ve tarih felsefesi ortaya konulmadıkça, günün ruhî ve sosyal meselelerine gerçekçi bir yaklaşım mümkün değildir. Gerçek şu ki, Anadolu dün jeopolitik durumunun imtiyazıyla paylaşılamadı; ve o gün bugün, Doğu ve Batılı emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda, politik, sosyal ve ekonomik bir statükoya göre ayarlı Batıcı çizgide bir düzen belirtiyor.)

Salih Mirzabeyoğlu / İbda Diyalektiği

Bugün (1979)




BUGÜN (1979)


Fars illerinde bir zulüm idaresini misilsiz bir perçinleşme hareketiyle yıkarken, din ve dünya anlayışı bakımından daha büyük bir zulme yol açan bir güdümün İslâmî hamle yerine geçmek istediği bugün...

Mukaddes topraklarda, itikad arsası bozuk şekilde yükseltmek istedikleri Şeriat duvarına yaslanıp Allah'ın Evini basmaya kadar giden, Mehdi izinde yol aldığını ve Şeriatı tepetaklak edici bu durumu İslâmiyet bilen, böylece yahudilik ve İslâm düşmanlığı ekmeğine yağ süren gaflet ve cehalet sürfelerinin daha ilk günde yumurtalarını çatlatmaya başladığı bugün...

Fas'ta bonmarşecilik, Cezayir'de çıkartma kâğıdı esnaflığı, Tunus'ta coplu küfür; Libya'da mektep kaçağı, çocuk oyuncakçılığı, Mısır'da tavizci maslahatçılık, Suriye ve Irak'ta ise solculuk afyonkeşliği manzarasını yaşatan bugün... Umumiyetle tepeden inme hesapsız bir miras gelirinin savrula savrula tükenmez giderinden ibaret bir iktisat markası bugün... Böyle bir bedavacılık nimetinin hakikatte ne büyük belâ olduğundan ve zaman ve mekânı fethetme işinde bunların asıl silâh değil, silâha hedef teşkil ettiğinden habersiz bir ruhîyat damgası bugün... Bir takım kabuk üstü yeltenişlerden ve "reform" kakafonilerinden başka tek ses vermeyen bugün...

Hele, Yeniçeriliğin modern hortlayışından başka birşey olmayan 1960 gece baskınından sonra, bütün değerlerinden ve dengelerinden olmuş ve İslâm'da bile, kesik bir süt gibi yarık yarık ve çatlak çatlak hâle gelmiş, halbuki zamanın en büyük emanetini daima omuzlarında tutucu mesuliyetten düşmemiş Türkiyesi ile bugün...

Nihayet, tamamıyla ayrı ve kütüphânelik mevzu olarak Batı dünyasının her iş ve inanış şubesinde iflâsını ilân ettiği ve "tek tecrübe etmediğimiz İslâm'dır!" demeye başladığı bugün... Ve eğer İslâm tükenmez bir petrol kuyusu gibi, Batı içinden kendi idrak âletleriyle fışkıracak olursa bu defa İslâmı müslümanlara öğretmeye ve onları dinlerini anlamamış olmakla suçlamaya mecbur kalacağı ve hiçbir paya lâyık görmeyeceği bugün... Ve, ve, ve... Fikirde ve aksiyonda asır yenileyicisini gözleyen, onu Türkiye'den bekleyen, Türkiye'yi evvelâ içinden fethedici, sonra İslâm âlemini birleştirici, daha sonra da topyekûn insanlığa arzedici destanlık role çağıran bugün... Ikınıp sıkınmaya ve evirip çevirmeye ne hacet:

Biz "Esfel-i Safilin" dedikleri aşağılıkların en aşağısından yüksekliklerin en yükseğine zıplamak gibi bir memuriyet altındayız! Bizim için orta yer yok! "Ya tepeye zıpla, ya olduğun yerde can ver!" ihtarını getiren yeni çağın başındaki tesbitimiz budur.

Salih Mirzabeyoğlu / İbda Diyalektiği


Filistin Utanç Duvarı


22 Ekim 2012 Pazartesi

Altıparmak


ALTIPARMAK...

Cihanın ideolocya manzumeleri... Teker teker batıl... Fakat hepsi fikir ve hakikat çilesine dayanıyor... Herbiri, kendi batıllığı içinde, eksiksiz ve tezatsız bir mimari cehdi belirtiyor. Alın teri, göz yaşı, ciğer kanı ve beyin uru, onların hisse senetleri...

Bunlara karşılık, bizim Altıparmağın haline bakın! Hiçbir fikir sisteminin ağzına almadığı altı kelime ezberlemiş. Kelimeler
den herbirini de tepetaklak bir anlayışla sivri uçlu muştular halinde parmaklarına geçirmiş, kafamıza indirmekte... Cumhuriyetçi parmağı, firavunlar istibdadının, milliyetçi parmağı garp takliçiliğinin , devletçi parmağı zümre saltanatının, halkçı parmağı da mezbahada koyunlara karşı kasap himayeciliğinin aletleri ...

İdeolocyadan veya ideolocyasızlık felaketinden geçtim olsun; bakın siz, iş nerde bitirmişiz!
Cihan ter mendilinde kan kurutarak selamet ideolocyası peşinde gezerken, sen, ideolocya diye yutturduğun altı parmağınla vur,bizim kafamıza, vur! Suç, onu indiren yumrukta değil, onu yiyen ve ebediyen yiyeceği hissi veren kafada ...

Necip Fazıl Kısakürek

27 Ocak 1950 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 


Selçuklu Türbesi



"Artık Kapalı Çarşı'da turistlere yutturulan aşağılık mallardan biri oldu şahsiyet!" diye düşünüyorum. 
Uzakta, gölün sol kenarında arpa anbarı hâline getirilen bir Selçuklu türbesinin ehramvâri zarif kubbesi, 
benimle aynı fikirde görünüyor."

Necip Fazıl Kısakürek, 

Hikâyelerim, Hasene Bacı, s. 114

İbda

*Salih Mirzabeyoğlu / İbda Diyalektiği

Mübarek Kubbemiz...


Mübarek kubbemizi, tersine çeviren bir limon kabuğu gibi çukurlaştırıp sarhoşların kusmuk hokkası haline getirenlere karşı, alt ve temel yapı, yepyeni, fakat İslâm ölçülerinden zerre fedâ etmez bir anlayış emrinde ta tepeye oturtmayı bilecek ve intikamını Allah'ın <<Müntâkim>> ismine ısmarlayacaktır.

Duamız şudur:

- Yâ Müntâkim! Bizi intikamına memur et!

Necip Fazıl Kısakürek

Rapor 2, Sayfa 19

12 Haziran 2012 Salı

Kitleler Psikolojisi

ÖNSÖZ
Tabii çevre ve veraset yolu ile kazanılan ortak karakterlerin toplamı bir ırkın ruhunu teşkil eder.
Bu karakterlerin menşei irsi olduğundan, yani atalardan geldiğinden, kuvvetli ve sabittirler. Bununla beraber, gözlemler gösteriyor ki, muhtelif etkilerle, birçok kimsenin geçici bir müddet için de olsa, bir yere toplanması halinde, onlarda mevcut irsi karakterlere yenileri de eklenerek; bazen bambaşka bir takım karakterler serisi meydana gelmektedir.
Bu yeni karakterlerin toplamı, çok kuvvetli fakat geçici bir kolektif ruh teşkil eder. Kitleler insanlık tarihinde pek büyük roller oynamışlarsa da bunların tesirleri bugünkü kadar önemli olmamıştır. Kitlelerin şuursuz hareketlerinin, fertlerin şuurlu faaliyetleri yerine geçmesi çağımızın başlıca vasıflarındandır.

Gustave Le Bon

İÇİNDEKİLER
Giriş
Kitleler Çağı 
1. Bölüm: KALABALIKLARIN RUHU 
2. Bölüm: KİTLELERİN DUYGULARI VE AHLAKÇILIĞI 
Kitlelerin Kışkırtılma Yeteneği, Hareketliliği ve Kızgınlığı 
Kitlelerin Telkine Kapılma Yeteneği ve Çabuk İnanırlığı 
Kitle duygularının abartılılığı ve basitliği 
Kitlelerin taassubu, baskıcılığı ve muhafazakarlığı 
Kitlelerin Ahlaklılığı 
3. Bölüm: KİTLELERİN DÜŞÜNCELERİ , MUHAKEMELERİ VE HAYAL GÜÇLERİ 
Kitlelerin Fikirleri 
Kitlelerin Yargılamaları 
Kitlelerin Hayal Gücü 
4. Bölüm: KİTLELERİN KANAATLERİNİN DİNİ ŞEKİLLERİ 
5. Bölüm: KİTLELERİN DÜŞÜNCELERİ VE İNANÇLARI 
Kitlelerin Düşünce Ve İnançlarının Uzak Etkenleri 
Irk 
Gelenekler 
Zaman 
Politik Ve Toplum Konuları 
Öğretim Ve Eğitim 
6. Bölüm: KİTLELERİN DÜŞÜNCELERİNİ ETKİLEYEN ETKENLER 
Hayaller Kelimeler Formüller 
Vehimler, Hayaller 
Tecrübe 
Akıl 
7. Bölüm: KİTLELERİ YÖNETENLER VE İNANDIRMA ARAÇLARI 
Kalabalıkların Önderleri 
Önderlerin Hareket Ve Uygulama Araçları: İddia-Tekrar-Sirayet 
Nüfuz 
8. Bölüm: KİTLELERİN DÜŞÜNCE VE İNANÇLARINDAKİ DEĞİŞİKLİĞİN SINIRLARI
Sabit İnançlar 
Kitlelerin Değişen Düşünceleri 
9.Bölüm: KİTLELERİN DEĞİŞİK TABAKALARININ VASIFLANDIRILMASI VE SINIFLANDIRILMASI 
Kitlelerin Sınıflandırılması 
10. Bölüm: CANİ DİYE ADLANDIRILAN KİTLELER 
11. Bölüm: CİNAYET MAHKEMESİ JÜRİLERİ 
12. Bölüm: SEÇİM KİTLELERİ 
13. Bölüm: PARLAMENTO TOPLANTILARI 
Kitlelerin Sınıflandırılması 

E-KİTAP

https://rapidshare.com/#!download|285p6|344013138|GLBKPe.rar|836|R~7C15269018AE5252D9DEC214F4B6E6A9|0|0

2 Haziran 2012 Cumartesi

Eflatun’dan, Sokrat’ın veraset ilamını sormak


Eflatun’dan, Sokrat’ın veraset ilamını sormak


Salih Mirzabeyoğlu: Necip Fazıl, beş asırlık tarih dilimimizle birlikte çağımızın nabzını yakalayan ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatine nisbetle heykelleştiren adam, İslâm’a muhatap anlayış davasının remz şahsiyetidir.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in vefat yıldönümü vesilesiyle ve 28 Şubat Hukuku mağdurlarının adil yargılanma talepleri çerçevesinde Salih Mirzabeyoğlu ismi gündeme oturdu. Müslümanından liberaline hatta solcusuna, hak ve hakkaniyet duygusu sahibi tüm köşe yazarları, onunla ilgili yazdılar. Hukuki boyutu hukuk adamlarına bırakarak, Necip Fazıl-Salih Mirzabeyoğlu fikir ilişkisi üzerine Yalçın Turgut ile konuştuk.



Yalçın Turgut

- Necip Fazıl-Salih Mirzabeyoğlu ilişkisi nasıl başladı?

- Benim çarpılışım, Allah’ın bir lütfu olarak lise yıllarında Salih’le ve onun sayesinde Büyük Doğu ile tanışmamla gerçekleşti. Bu, 180 derece değişen hayatımın miladı oldu... Sonraki yıllarda birlikte çıkardığımız Gölge Dergisi’nin iki dönem yayın yönetmenliğini yürüttüm. Akabinde Akıncı Güç dergisini çıkarttığımız günlerde (nasıl cüret ettiğime bugün bile ürperirim) ondan habersiz, üç genç arkadaşıma Akıncı Güç’ün çıkmış sayılarını vererek Üstâd’ı ziyarete yolladım.

Bundan sonrasını Üstâd’dan dinleyelim:



Necip Fazıl'ın Orta Doğu Gazetesinde yayınlanan yazısı


“Müjdelerin müjdesi

Birkaç gün önce...

Büyük Doğu Yayınları’nın idare yerine birer meşale kıvraklığında üç genç geldi. Oturdular ve tek kelime söylemeden bana bir dergi uzattılar; Akıncı Güç... Bunlar bu dergiyi çıkaran ve güden gençlerdi...

Gece yatağıma uzanıp dergilerini açtığım zaman ne görsem iyi? Bir baştan öbür başa Büyük Doğu idealinin destanı... Hem de en derin fikir tabakalarına kadar nüfuz edici ve bugünkü aydın İslam gençliğini Büyük Doğu mihrak ve istikametinde gösterici bir tahlil, terkip, tefekkür ve tahassüs ifadesiyle... Alkol kokulu cenaze çelenklerinden daha adi pohpohlamalarla değil... Duyarak, düşünerek ve yaşayarak...

15 yıllık oluşunun harcı içinde alın terim, hummalı nefesim ve olanca kımıldama gücüm yatan Milli Türk Talebe Birliği’nin nihayet ölü kalıplar içinde donduruluşu, tek ümit halinde yöneldiğim Ülkücü gençliğin de henüz ruh adalelerine büyük vecd ve tefekkür cereyanını vermeye fırsat bulunmayışı önünde, bu, en beklenmedik yerden kendi kendisine yükselen ses, bana müjdelerin müjdesini getirdi:

Onlar benim ardımdan gelmeyecek, ben onların arkasından koşacağım!” (Büyük Doğu Rapor 7)

Üstad’ın “Büyük Doğu’nün düşük çocukları” dediği beslendikleri ocağı günlük politikaya satan zümreyi ve biraz mürekkep yalamayı Üstad’a ulaşmak sanan güdükleri bir kat daha çıldırtan, işte bu son cümleydi...


  

Salih Mirzabeyoğlu'nun  Rapor 10'da yayınlanan yazısı

- Üstad gibi bir şahsiyetin kimse için sarfetmediği böyle bir cümleyi sarfetmesi “Ben onların arkasından koşacağım” demesi çok ağır bir sorumluluk yüklemiyor mu?..

- Elbette... Salih Mirzabeyoğlu’na dağlar gibi bir sorumluluk yüklüyordu... Ama o zaten “Binbir başlı kartalı” omuzlarında her an taşıyan bir genç adamdı...

Muhatap oydu. O genç...

Nitekim, Salih Mirzabeyoğlu’nun Rapor 10’da yer alacak “Ön Meselelerimiz” başlıklı yazısını teslim ettiğimde, Üstad süratle yazıya göz atıp, gözlüklerinin üzerinden bana bakarak; daha sonra yazılarında da zikredeceği: “Bütün bir ömür boyu bir genç adam aradım... Elime bir geçti, pir geçti...” diyecekti...

- Üstad’la Salih Mirzabeyoğlu’nun ilk görüşmeleri nasıl oldu?..
- Gönderdiğim dergileri inceleyen Üstad, yazısında da belirttiği gibi, Ankara dönüşü, bizi Erenköy’deki eve akşam yemeğine davet etti. Bahçede hazırlanmış sofrada Üstad’la Salih ve biz dört kişi, yenilen yemek, ayakta Üstad’a hizmet eden oğulları...

Akabinde, bahçede, Üstad’ın arkasında kılınan akşam namazı. İşte Salih Mirzabeyoğlu’nun “Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte çağımızın nabzını yakalayan ve ideali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatine nisbetle heykelleştiren adam” dediği, “İslâm’a muhatap anlayış davasının remz şahsiyeti” dediği Üstad’ıyla ruberu ilk görüşmesi...



Akıncı Güç Dergisi 

- Akıncı Güç’ü kapatarak, yeni dostları olarak Üstad’ın Büyük Doğu Rapor’larına dahil olmanız nasıl gerçekleşti?


- Akıncı Güç’te Salih Mirzabeyoğlu’nun kaleme aldığı “Gölge I. dönem, Gölge II. dönem ve Akıncı Güç... İlk haykırıştan sonuncusuna kadar herbiri, Büyük Doğu şuuruna doğru yükselen basamakları gösterici ve bu şuura bağlı olarak kendi dereceleri içindeki hareketin vasıtaları... Kafası esen rüzgâra göre yön değiştirenlere karşılık bu çizgiyi, aynı kaynaktan beslenerek aynı hedefe doğru «gelişen» bir şuur diye ifade edersek, sebebini, bağlı olduğumuz «doğru yol» anlayışını işaret niyetinde arayın. Şimdiye kadar belirttiğimiz küçük görünüşlerin üstüne bir perde çekiyor ve «büyük zuhur»a kadar, oluşumuzu tamamlamak üzere Büyük Doğu mihrakında toplanıyoruz. Büyük aksiyon ruhu, kültür edası, sanat ve estetik anlayışı, dâva aşk ve ahlâkı içinde, “Kim yolumuzu en sarsılmaz ve taviz vermez istikamet bilgisiyle gösteriyorsa liderimiz odur!» dersek, tâbi olanı ve olmayanıyla herkes bunun kim olabileceğini, kendi öz babasının isminden daha iyi bilir. Böyle bir liderin maiyetine girmenin bir liyakat işi olduğundan habersiz başıboşlara karşılık, maiyet olmanın ve yetenekleri liderin emrine vererek kendini ortaya koymanın ne demek olduğunu göstermek de bizim borcumuz” şeklindeki deklarasyon yayınlanarak dergi faaliyetlerini durdurdu...



Necip Fazıl'ın kendi el yazısından Akıncı- Güç kadrosuna ithafı

Akıncı Güç’ün bu son sayısında Üstad’ın, Salih Mirzabeyoğlu’nun şahsında “Akıncı Güç Kadrosu’na İthaf İdeolocya Örgüsü’ne Ek” başlıklı yazı da yer aldı: (Yazının Üstad’ın el yazısıyla orijinali arşivimdedir)

“- İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir.

- Anlayış mı?.. Nurun aynadaki aksi... Aynayı yenilemek

- Güneş yenilenemez, Göz yenilenir.

- Dört büyük halifenin sırayla şiarları olan merhamet, celadet, edeb ve akılda tam ikmalli ve teçhizatlı olarak, 15. İslâm Asrının eşiğinde, İslâmı yenileme davasını çözümlemeye güçlü nesilden, ana rahmini tekmeleyici sesler duyuluyor. Aya gitmek hüner değil, bu sesleri güneşten duyulacak derecede fikirde ve aksiyonda yükseltmek marifet...”


 
Rapor 7 "Necip Fazıl ve Yeni Dostları"

O günleri Büyük Doğu Rapor 7’de Üstad şöyle anlatıyor:

“Nihayet beklenmedik bir tecelli bana hasretini çektiğim gençliğin, ben farkında olmadan tohum atmış örneklerini kendi ayaklarıyla kapıma getirdi. «Akıncı gençler»den «Akıncı Güç» halinde kopup Büyük Doğu idealine bağlı olmaktan başka yol ve gayeleri olmadığını haykıran bir zümredir; ve kendi markalarını taşıyan dergilerini kapamak, Büyük Doğu’ya katılmak, şartlar imkân verince de teşkilâtını kurmak üzere şimdiden tek mihver etrafında kümelenmişlerdir. Hikâyelerini eski «Rapor»larda gördüğümüz bu gençler, ellerimin teması olmaksızın, derinliğine ve genişliğine Allah’ın bahşettiği hacim sayesinde ve bir şimşek aydınlığı denecek kadar kısa bir temas neticesinde 40 yıldır aradığım gençliğin heykel kalıbını bana gösterdiler ve hem dergi, hem dernek noktasından ilerideki oluşumuza değin «Rapor»larda benimle beraber tecelli vazifesini üzerlerine aldılar.”

- Böylece Üstad’ın vefatına kadar sürecek birlikteliğiniz başladı.

- Madde plânında evet. Salih Mirzabeyoğlu için ruhi birliktelik Üstad’la tanışmadan önce de vardı... Hâlâ da sürüyor. Üstad’ın defalarca “Salih, beni bir tek sen anlıyorsun” hitabının henüz yaşayan şahidiyim.

Yine Üstad’ın “Sen yalnız bana yazıyorsun. Fikri şekere bulayıp, herkesin anlayacağı tarzda yazmalısın” sözlerinin de canlı şahidiyim.



İbda Kütüphanesi

- Üstad bir tanedir, yaşamış, veda etmiş, halef bırakmamıştır, deniyor. Ne dersiniz?.. 


- Üstad’ın Büyük Doğu ideolocyası etrafında ördüğü kütüphanelik çapta Büyük Doğu Fikriyatı’nı bir tekke veya bir bakkaliye zannederek ona halef ya da varis arayan fikir fukaralığına ne söylenebilir? Ne söylense anlayabilir?.. Böylesi hamakat, Eflatun’dan, Sokrat’ın veraset belgesini sorar...

Nasıl-niçin ilişkisini Büyük Doğu’ya nisbetle İBDA kütüphanesi olarak 57 cilt eserle ortaya koyan Salih Mirzabeyoğlu gibi bir fikir adamının fikrî varisliğinin tasdikini fikir fakiri adamlardan mı bekleyeceğiz?.. Üstad’la karşılaşmış, konuşmuş, yanında vakit geçirmiş olmayı Üstad’ı tanımak, anlamak ve ulaşmak(!) zanneden taifeye söylenecek tek söz var:

Üstad’ın aşçısı, aynı çatı altında, sizin topunuzdan daha uzun süre yaşamış ve her gün onunla defalarca konuşmuştur!..



Hacı Musa Bey 

- Salih İzzet Erdiş, niçin Mirzabeyoğlu müstear ismini kullanıyor?..

- Salih, Şerif Muammer Bey’in oğludur. Dedesi İzzet Bey’dir. Büyük dedesi Hacı Musa Bey cennetmekân Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın mutemet dostudur. Geçtiğimiz günlerde gazetemizde neşredilen ve Nutuk’ta da yer alan, Mustafa Kemâl’in kendisine gönderdiği ve Ermeni mezâlimine karşı yine yardımını talep ettiği mektuptan hatırladığımız Hacı Musa Bey...

Salih’in büyük büyük dedesi ise Mirza Bey’dir...

Bu yüzden Mirzabeyoğlu imzasını kullanıyor.

Salih Mirzabeyoğlu’nun soy kütüğü Halid Bin Velid’e dayanır ve iki kere değil, upuzun bir bey soyunun son halkasıdır.

Yeni Akit 

Elveda Kamal



7 Mayıs 2012 Pazartesi

Usul




USUL
· Çizdiğimiz manzara, mutlaka bir inkılâp beklediğmizi şimşekvâri bir bedahet ölçüsüyle resmeder.

· Var olma cehdini kaybetmemiş bir millet için günümüzün şartları karşısında bir inkılâp zarureti mutlaktır ve bunun aksi yokluktur.

· Bu inkılâp, (statik) ve parça parça düzeltme gayretlerinin, hep aynı gidiş içinde küçük ıslâhçılık teşebbüslerinin işi değildir. (Dinamik) sıfatını en hareketli ve şiddetli mânada canlandırıcı bir doğruluş, davranış, şahlanış dâvasıdır bu...

· Bütün yolları, sokakları, meydanları, kapıları bir hamlede tutacak ve eski ruhî (trafik) nizamını darmadağın edip yenisini getirecek ve yerine perçinleyecek bir doğruluş, davranış, şahlanış...

· Öyleyse bu hareket, «ihtilâl – inkılâp» tâbirine lâyıktır.

· Fakat sadece ruhlarda ve düşünce çevresinde bir ihtilâl – inkılâp...

· Bu ihtilâl – inkılâbın âletleri, söz ve kalem...

· Bu ihtilâl – inkılâbın plânı, göz ve kulak yollarından kafataslarına girmek ve beyin zarları altına zerketmek...

· Bu ihtilâl – inkılâbın şartı, dâvayı, kanun hakkıyla en sıcak zeveban ve en ileri heyecan noktasına ulaştırmak...

· Bu ihtilâl – inkılâbın kadrosu mukaddesatçı ve milliyetçi gençlik, dayanak sınıfı da, Şehadet getiren herkes..

· Bu ihtilâl – inkılâbın mekânı, bütün büyük şehir ve kasabalariyle Türkiye; zamanı da, güneşin ufka bir mızrak boyu yaklaşması ve artık son vâdeyi ihtar etmesi gibi, şu ân, ölü dakika...

· Son devrenin başlarında bizim dâvamız mahkûm hayatı yaşarken, hâdiseler, asıl mahkûmların neler olduğunu gösterdiğine göre, şimdi durumdan faydalanmak cansız mankenlerin tuttuğu mâna siperlerini düşürmek ve Türk Anayasasının kefaleti altındaki fikir hürriyetiyle, beklediğimiz ihtilâl – inkılâbı körüklemek de bize ve sıfatlandırdığımız gençliğe düşen borç..

· Ülkemizde Anayasayla müeyyideli fikir hürriyeti diye bir şey varsa ve eğer kanunlara doğru söyletiliyorsa, müspet ve menfî her iki haliyle biz vaziyetin ispatçısı olacağız ve her iki haldede şeref ve hizmetimiz büyük olacaktır.

· İşte avaz avaz haykırıyoruz ki, yüz küsur yıllık yanlış inanışlar bakımından ruhlardaki takma dişleri söküp, onların madenî baskıları altında ezilen hakikî ve bünyevî dişleri belirtme ve geliştirme gayesinden ibaret dâvamız, metod olarak sâf fikirden başka vasıta ve âlet tanımıyor. Böyle olunca, fikirlerimiz ne kadar dokunaklı, yakıcı olursa olsun, kendimizi kanun namusunun kefaleti altında görüyor ve bu güven duygusundan sonra başımıza hangi inkisar ve ıstırap gelirse gelsin, onu hiçe sayacağımızı, o zaman da, belirteceğimiz misâldeki ibret payı noktasından en büyük hizmeti yerine getirmiş olacağımızı, hak ve millet huzurunda ilân ediyoruz.

· Mukaddesatçı ve milliyetçi gençlik ve Şehadet getiren herkes!... Senin için belirme günü, (antitez) ler cephesinin kendi kendisine tökezlediği ve yıkıldığı bu demden başkası olamaz! Fikir meydanı ve atalarının ruhu seni çağırıyor. Elinde kanun bayrağı, ruh kalesini fethet!..

Necip Fazıl Kısakürek / İdeolocya Örgüsü

Kurulsun Başyücelik Devletimiz!



Şan Olsun Moro İslami Kurtuluş Cephesi! (MILF)
Şan Olsun Hür Suriye Ordusu!
Şan Olsun Özbekistan Halk Hareketi! (ERK)
Şan Olsun Hamas!
Şan Olsun Batı Trakya!
Şan Olsun Cundullah!
Şan Olsun Güney Azerbaycan!
Şan Olsun Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK)
Şan Olsun Kırım!
Şan Olsun Kafkasya Emirliği!
Şan Olsun Patani!
Şan Olsun Taliban!
Şan Olsun Doğu Türkistan İslam Partisi!
Şan Olsun Irak Türkmen Cephesi!

KURULSUN BAŞYÜCELİK DEVLETİ!

5 Nisan 2012 Perşembe

27 Mart 2012 Salı

Şehid Ali Şükrü Bey


 Ali Şükrü Bey (1884; Vakfıkebir, Trabzon - 27 Mart 1923; Ankara),
1.TBMM'de Trabzon milletvekili olarak yer alan ve muhalif görüşleriyle tanınan Türk siyasetçi.

Heybeli Ada'da bulunan Bahriye Mektebi'nde öğrenim gördü. Burayı 1904 yılından tamamladı ve bahriye erkanıharp subayı oldu. 1909 yılında Osmani Muavenet-i Milliye Cemiyeti'nde ikinci başkanlık görevini üstlendi.

Yüzbaşı rütbesinde iken askerlikten istifa edip siyasete atılmaya karar verdi. İttihat ve Terakki aleyhtarı görüşlere sahip olan Ali Şükrü Bey, 1920'de Osmanlı Meclis-i Mebusan'ında Trabzon mebusu seçildi. Daha sonra Ankara'da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne de Trabzon milletvekili olarak girdi. Mustafa Kemal'in önderliğindeki Birinci Grup'a muhalif milletvekillerinin toplandığı İkinci Grup'un liderlerinden biriydi. Mustafa Kemal'in Hâkimiyeti Milliye gazetesine karşı Tan gazetesini yayınlamaya başladı.

İsmet Paşa'nın hariciyeci olmadığı için Lozan'da acemice işler yaptığını ve TBMM'nin kendisine verdiği yetki sınırlarının dışına çıkarak müzakereleri sürdürdüğünü savunan Ali Şükrü Bey, Lozan'da devam eden müzakerelerin durumu hakkında TBMM'ye açıklanan resmi bilgiler ile dış kaynaklı haberler arasında çelişkileri dile getirdi.

1. TBMM'de Mustafa Kemal'e karşı en sert muhalefeti ortaya koyan milletvekili olarak tanındı.

27 Mart 1923 günü Mustafa Kemal'in azmettirmesiyle Topal Osman tarafından şehid edildi.



26 Mart 2012 Pazartesi

Meydan


MEYDAN 
Tek istikamet, Kabe;
Ve tek örnek, Sahabe…
Böyle yükseldi sütun,
Böyle kuruldu kubbe.
Derken nuru kararttı.
Yobazda kara cübbe.
Tuzağa düştü arslan;
Sorguç takıldı kelbe.
Vatan, yüzelli yıldır,
Mânâda bir harabe.
Artık iman ve ahlâk,
Türbedarsız bir türbe.
Ne hâtıra maziden,
Ne isim, ne kitabe…
Düşmek, yükselmek oldu;
Uçurum da mertebe…
Ağla ey koca tarih
Bu acıklı nasibe!
Nerdesin ulvî fikir,
Çilekeş murakabe?
Sahte devrimler boyu
Tarihî muhasebe?
Bağlıdır bu felâket,
Tek tipe, tek sebebe.
Bir tip, mücerret model;
Batı ajanı kahbe!
Sürüyü teslim eden,
Avrupalı celebe…
Hale bak, şu hale bak;
Eve, yurda, mektebe!
Baba oğlundan mahcup,
Hocasından talebe…
Bizde profesör derler.
Kitap yüklü merkebe.
Lisan diye, hırlayış;
Kültür diye, alfabe…
Pazar müflis, kent deli,
Köy boş, karakol izbe…
Bir çatışma, boğuşma;
Şeytan uğrunda cezbe.
Karışmış gazetede
Necaset mürekkebe.
Ne bulduk, parti parti.
Eyledik de tecrübe?
Bir kısmı İbn-i Sebe.
Gerçeğe aykırılık;
Uygunsuzluk mezhebe…
İslâm, gidip gelen top,
Bir hizipten bir hizbe.
Hak yolunda bir lider;
Memur, hakkı tahribe.
Düne kadar dışdandı,
Şimdi de içten darbe.
Diyanet işleri ki,
Uymaz farza, vacibe.
İlminde gaiblerin
Haşyet duymaz gaibe.
Yeni bir mamul eşya;
Fetvaları şaibe.
Bu muydu Büyük Doğu,
Kırk yıllık muhasebe?
Deli olsa yanaşmaz
İşlerini tasvibe!
Ya sanayi masalı;
Derya rolünde habbe?
Saksı içinde çınar;
Görülmemiş acibe…
Nefes almadan vermek…
Sor bu işi tabibe!
İş arayan bir millet;
Diyar diyar göçebe…
Şerefli Ortak Pazar;
Ona aş, sana küsbe!
İçyüzü bu dâvanın,
Köle olmak salibe…
Dünkü sultan bugün kul,
Tâ meşnktan mağrıbe.
Rüşvetle maaşa zam,
Enflasyonla debdebe.
Yüz lira ona iner,
Daha inmeden cebe.
Gidere tâbi gelir;
Dibi sökülmüş heybe.
“Doğa”da buldukları,
Zelzele ve seylâbe.
Biçare demokrasi,
Karanlıkta körebe.
Parti bölücü âlet,
Batıdan bize hibe.
Gel de ey gerçek parti,
Partiyi batır dibe!
Her türlü sahteliği
Yıkmak sana vecibe!
Bu işi ne temizler,
Hangi ok, hangi ateş,
Hangi söz, hangi hutbe?
Bir nesil bekliyoruz,
Büyük nizama gebe.
Nedir o nizam, nedir?
Boyun eğmektir Rabbe!
Milliyet ruha bağlı;
Kıymet sadece kalbe.
Fatih’te erimiştir,
Cengiz Han ve Kurt Cebe.
Davet gücü İslâmda
Komünisti edebe.
Her şey, her şey İslâmda;
Ferde ve kavme rütbe.
Bizde, kutsi emanet;
Biz de yarın galebe!
Gün geldi, saat çaldı;
İşte yol, koş takibe!
Yetmez mi esaretin;
Ey Türkoğlu, davran be!


Necip Fazıl Kısakürek
(1975)