26 Ekim 2012 Cuma

Üstad Necip Fazıl’ın bilinmeyen kitabı: Put Adam


Üstad Necip Fazıl sayısızca esere imza atmış. Fikir, şiir, tasavvuf, biyografi, piyes gibi çeşitli alanlardaki eserleri arasında bilinmeyen bir kitabı var. Kitabın ismi ise "Put Adam"

Mustafa Kemal’in hayatını anlatan kitap hakkında değişik iddialar mevcut. Genel kanaat Üstad Necip Fazıl’ın 1975 yılında Osmanlıca olarak yazdığı ve basılması için birisine verdiği. Türkiye’de basılmamış fakat Arap bir mütercim tarafından çevrilerek yayınlanmış.

Üstad Necip Fazıl tarafından ana taslağı oluşturulan kitap bir subayın vesikalarını da içeriyor.

Eski Türk Subayının  ilk vesikasında şu ifadeler yer alıyor:

"Ben hanedana ve yakınlarına mensup değilim, sarayda da bulunmadım ve sarayda
yetişmedim. Fakir bir aile çocuğuyum, hiçbir suretle saray hizmetinde bulunmadım.
Millet ve memleketine ve padişahına ve Osmanlı hanedanına ve bu memleketin halkına ve kahraman ordularına ihtiras uğrunda yapmış olduğu hudutsuz fenalıkları, hadiselerin içinde bidayetinden beri gördüğüm ve bildiğim için bu üzüntüden kendimi tutamayarak hayatıma da mal olsa, yazmaktan kendimi men edemedim. Ancak oğlum ve torunlarımın hayatını şimdiye kadar tehlikeye atmak istememiştim."

Nesillerine zarar gelmemesi için subayın ismi saklı tutulmuş. Vesikalarda ise yaşadığı dönem ilgililerinin söz ve müşahedelerini tespit etmiş.

Eski Türk Subayı’nın kim olduğu hususunda birkaç tahmin olmasına rağmen net bir bilgi bulunmuyor.

Kitap Arap mütercim olan Abdurrahman Abdullah tarafından 1978 tarihinde Lübnan’da  arapçaya çevrilmiş. 544 sayfadan oluşan eserde "Put Adam" kitabının yanında 
 Dr. Rıza Nur’un hatıratlarına da yer verilmiş. 

25 Ekim 2012 Perşembe

Bayram


BAYRAM
Deliye her gün bayram… Muztaribe hiçbir gün… Allahın gerçek bayramı baş üstüne… Zalimin sahte bayramı ayak altına…
Bugün, Yaradanın ilâhî ziyafet günlerinden biri… Bütün seneyi oruçlu geçiren bir zâhid, yalnız bu günlerde oruç tutamaz. Bu günler,
azabı bile lütuf olan Allahın, ayrıca lütfuna remz… İki gözümüz bile çıksa, görmek şuur ve idealinin içimizde yaşaması yüzünden hamde mecbur olduğumuz Allah’a, bu günlerde, bilhassa, mücerred nimetini düşünerek, hamd için hamdetmekle mükellefiz.
Bir bayram sabahının, Müslüman Türkte ve tamamiyle milletin çerçevesinde ne derin hassasiyet çizgileri vardır. Çocuklukta yatağımızın ta önüne dizdiğimiz gıcır potinlerimiz, kar gibi beyaz çamaşırlarımız, büyük annelerimizin gül kokulu baş örtüsü ve kuka tesbihi, bahçede meleyen kurbanlık koyunlar, alev gibi parlak bıçaklar, dökülen kan, alnımıza kondurdukları kan lekeleri, dudaklarımıza uzanan ihtiyar eller, atlı karınca, salıncak…
Gel de dini milliyetten ayır: gel de (projeksiyon)u beyaz perdeden ayrı farzet!..
Avrupa’lı bir (Noel) gününe bunca hassasiyet, renk ve çizgi bağlarken, biz bütün ruhumuzu devşirdiğimiz kaynağa nasıl bu hakaret gözüyle bakabiliriz? Rabbim; bizi çıldırmaktan koru! Deliye her gün bayram… Muztaribe hiç bir gün… Rabbim; baş üstüne aldığımız ve baş üstüne alınmasını dilediğimiz bayramın şevkine malik değilmiş gibi ağzımızdan dökülen mustarip kelimelerin mustarip üslûbunu bağışla! Senin, ilâhî ziyafet belirtici bayramın adına mustaripiz! O bayrama çıkmanın şartlarından uzak olduğumuz için dertliyiz! Deli olmadığımız için külahımızı havaya atmıyoruz!
Mübarek bayramın neşesi içinden fışkırttığımız bu çığlıklar ki, her halde “hamd-ü senâ”nın dua ve ricanın en güzelinden bile, indinde daha makbuldür.
Rabbim; büyük ismini, içi zifir dolu bir ağızlıktan geçen pamuk gibi ciğerimizden geçirdiğimiz ve temizlikle dolduğumuz vecd ve aşk devirlerinde, bir “Allah!” nidasıyle, bugün (Sputnik)lerin gidemediği yerlere gittiğimizi hatırdan çıkaramadık.
İsmini unuttuğumuz devirlerde de, fezayı delip geçmek iddiasıyle giydiği yelek içinde kuyruğu titretiveren maymundan aşağıya düştüğümüzü biliyoruz…
Ne yüzle bayram edelim; ve ne yüzle ilahî ziyafet gününün istihkak tavrını takınalım?
Deliye her gün bayram… Mustaribe hiç bir gün…
Allah’ım; bizi delinin bayram anlayışından kurtarıp mustaribin şevk ölçüsüne kavuşturman için tecelli bekliyoruz!
Kimi istersen kahhâr isminle kahret; kimi dilersen Hayy isminle ihya et; ister döşeklerde büklüm büklüm kıvranan meçhul lohusalardan birine bir kahraman doğurt; ister, doğmuşlardan birinin ruhuna ulvî bir sancı ver; fakat 1000 yıldır Celâl isminin îlâsı yolunda didinmiş ve bugün milyarlarca ölüsüyle toprağın altına çekilmiş ve ruhunun gözlerini toprak üstündeki 25 milyona dikmiş bu mümin milleti saadete kavuştur.
Deliye her gün bayram… Mustaribe hiç bir gün…
Masum kurbânların, toprak üstünde, senin için pırıl pırıl yanan ve buğu tüten kanları ve uğrunda feri sönen dipsiz gözleri yüzü suyu hürmetine, bize delileri akıllandıracak ve mustaripleri sevindirecek devamlı bir bayram içinde bayramını nasip et!
Deliyi akıllandıracak ve muztaribi sevindirecek bayram düne kadar Allah’ı anmayı bile yasak eden mâna ve madde şakilerinin kahraman geçindiği bu mevsimde, bütün mâna ve madde kutuplarını yerliyerine oturtucu hamleden sonra gelir!
19.6.1959
Necip Fazıl Kısakürek
(Başmakalelerim 2, Büyük Doğu Yayınları, 2. Baskı)

Devlet Mefkûresi




Görebildiğim kadarıyla 28 Şubat’ın en büyük darbesi Müslümanların devlet düşüncesine oldu. İslâmî bir devlet hayali kuranların ayakları, zoru görünce yere bastı! “Devlet olmadan da olur”la başlayan yozlaşma süreci “İslâm, devlet olmadan da yaşanır”a ve son safhada da makam ve ihale peşinde koşmaya dönüştü; dinimizi devlet olmadan da yaşayabiliriz ama makam ve para olmadan asla yaşayamayız!..

Aslında 28 Şubat bu zaviyeden bir ‘rahmet’ oldu! Herkesin çapı gözüktü. Şu üç günlük ve Allah Resûlü'nün buyurduğu üzere leş olan dünyanın nimetleri için ideallerinden vazgeçenlerin 28 Şubat öncesi neler yazdıklarını, nasıl atıp tuttuklarını ve şimdi neler yazdıklarını karşılaştırsanız eminim midenizde bir hareketlenme olacaktır. Aman lavaboya yakın bir yerde karşılaştırmayı yapınız!

Son birkaç aydır süren “İslâmcılık” tartışması üzerinden Müslümanlara devletsiz de yaşanabileceği zerkediliyor! Hani bu yazılanları Anarşistler’in çıkardığı fanzin dergilerde okusam gam yemeyeceğim ama zamanında Müslümanları laik devlete itaat ettirmek için âyet-i kerîmeleri kullanan bir gazetede okuyunca insan şüphe içinde kalmıyor değil!

Müslümanların zihinlerini ifsad edici yazıları yazanlar niye “Laiklik devletsiz de yaşanır” veya “Laik devlet gerekli mi” diye yazmazlar ve tartışmazlar. Hadi eskiden korkuyordunuz ya şimdi…

Niye Müslümanların devlet hayalinden rahatsız oluyorsunuz? Ütopya ise bizim ütopyamız, size ne? Mâdem Müslümanların devlet kurması bir hayal, bir ütopya bu telâş niye? Niye bu kadar panik yapıyorsunuz? Yazı üzerine yazı, program üzerine program yapıyorsunuz ama hâlâ panik içindesiniz! Sizdeki panik 28 Şubatçılar da bile yoktu!.. Herkes sizin gibi Demokrasi’ye inanmak zorunda mı? Niye insanları Demokrasi’ye inandırmak için zorluyorsunuz? Demokrasi’de zorlama var mı!?

Müslümanlık devletsiz yaşanıyor ise cemaatsiz de yaşanmaz mı? Devlete gerek yoksa cemaate de gerek yoktur! Her Müslüman tek başına yaşayıp dursun. Ne gerek var devlete, cemaate, teşkilâta ve hatta aileye; hayvanlar bile bir sürü disiplini içinde yaşadığı dünyamızda bizlerin bir farkı olmalı değil mi!..

Bugün ümmet olarak, insanlık olarak Osmanlı’nın yıkılmasının neticesi olan sıkıntıları yaşıyoruz. Hangi dinden, hangi ırktan olursa olsun her mazlumun yardımına koşacak bir devlet mefkûresine ihtiyacımız var! Sizin oralarda nasıl diyorlardı; birlik ve beraberliği her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde “İslâm’da devlet yoktur” diyerek karanlık odaklara hizmet etmeyin!
Şunu da unutmadan yazayım: Siz “İslâm’da devlet vardır” da demeyin. Çünkü cümlenin devamını getireceğiniz bir fikriniz yok. Siz iyisi mi bu bayramda Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in İdeolocya Örgüsü’nü okuyun. Devlet nedir, devlet şekli nedir ve en önemli devlet ruhu nedir öğrenmiş olursunuz.

25.10.2012

Yakup Köse / Milat Gazetesi

23 Ekim 2012 Salı

Moro dağlarında başkaldıranlar...

...
moro dağları başkaldıranlar
bu manayı yaşatanlar:
bırak haksıza boyun eğeni
sıcak odalardan seyretsin
soğuktan ciğeri delinenleri

açları, çıplakları
unutsun ipe çekilenleri
kurşunlananları...

malı azalmasın onun
teni incinmesin tek.

bırak karışmayıp seyredeni
candan geçen gelsin safımıza
kavga kaçkını
fistan giysin dolaşsın...

gizli inançsız için değil
kılıçların gölgesindeki yer.

moro dağları gibi dik
moro dağlarında başkaldıranlar
onlar, bu manayı yaşatanlar:

çölde susuz nasıl yürürse suya
öylesine bir akıştır bizimki

kararlı
inançlı
inatçı
...

Salih Mirzabeyoğlu / Aydınlık Savaşçıları'ndan

Genç Adam!


GENÇ ADAM!
· Genç adam, düşün! Evvelâ, insanoğlunun düşünmekten büyük haysiyeti olmadığını düşün!
· Senin yaşadığın devirde insanların meşin toptan birer kafa taşıdığını ve bu topu dolduran havanın en basit fikri bile kavurup kül edici bir kezzap buharı olduğunu düşün!
· Düşünmeyi düşün; düşünülecek her şey ondan sonra kuyruğa girer. Filozof: “Mademki düşünüyorum, öyleyse varım!” der. Ya biz ne diyelim?..
· Bırak filozofu, milozofu: Kâinatın ve insanlığın Ufku, bir ân düşünceyi bilmem kaç yıllık ibadete denk tutar ve şöyle buyurur: “Yarabbi; bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster!” Aziz varlığın aziz aynası fikir… Düşün!
· Seni karartmak isteyen tesirler evvelâ sende mücerret fikir istidadını, yani varlık şiarını körletmekle işe girişti. Bunu düşün!
· Hiç bir kaptan haritadan, hiç bir şoför kilometre işaretinden, hiç bir doktor röntgen camından şüphe edemez. Fakat sen, Tanzimattan bu yana, önüne sürülen bilgi ve hakikat unsurlarından şüphe edebilirsin!.. İlimde bile dolandırıldın? Bunu düşün!
· Düşün ki, genç adam, Masonluk, Yahudilik, Kozmopolitlik, daha bilmem ne ve ne, Türk bütünlüğünü çürütmeye memur, gizli ve maskeli tesirler eliyle, senin için yalancı tarih kitapları düzülmüş, zehirleyici telkin iklimleri kurulmuş, kök kurutucu aşılar hazırlanmıştır; ve senin, gayet mazur olarak, bunlara inanman, kapılman, bağlanman sağlanmıştır. Düşün!
· Beynelmilel fesat erkân-ı harbiyesi Yahudiliğin, kâh emperyalist, kâh komünist, kâh liberal cepheden, fakat daima murakabesiz bir taklitçilik ve hesabı görülmemiş bir ilericilik telkiniyle yürüttüğü bu tesir, her şeyden evvel, senin, mutlak temele dayalı mükemmel ahlâkını didiklemeyi hedef tutar. Ondan sonra kafanı herc-ü-merce uğratmak, senin bütün gerçek kahramanlarını düşürmek ve sahtelerini, yani emirleri altındakileri yükseltmek… Bu iş için siyasî recüllerden, sözde ilim adamlarına, sanatkârlara iş ve servet otoritelerine kadar, devir devir, müstemleke – şahsiyetler bulmakta hiç zorluk çekmemişlerdir. Düşün!
· Sana sürdürülen bu kaba ve nefsânî hayatın ötesine, varlık sebebine, hakikatlerin hakikatine ait uyandırıcı telkinler, senden cüzzam illeti gibi kaçırılmış, sana lâşe gibi gösterilmiştir. İnsanoğlunun biricik meselesi olan sonsuzluk iştiyakı ve onun ahlâkı, yaşanmaya değer hayatın hesabı ve onun duygu ve düşünce ölçüleri, onlarca sebze hâllerinin süprüntü eşyasıdır. Düşün!
· Bunlar sende, dimağî cihazı kişniş şekerinin tanesi kadar küçültüp, hazım ve tenasül cihazlarını alabildiğine şişirmekten ve urlaştırmaktan başka yol takip etmediler. Bu gidişi görüp seni tezgâha çekecek ve beyninle tabanın arası büyük ruh imarına tâbi tutacak bir rejim de hiç bir gün kurulmadı.
· Sen yalnız düşün!
· Suç senin değildir!
· Suçu irca edeceğin vâhidleri, sınıfları ve şahısları düşün! Düşün!
· Sen, düşünmeyi düşünmekten başlayarak düşün, yeter!
Necip Fazıl Kısakürek / İdeolocya Örgüsü


Şehid



Necip Fazıl Kısakürek
Ortadoğu Gazetesi / 06.07.1979

Gelelim Nihâl Atsız'a...

Gelelim Nihâl Atsız'a...

Sene 1950... Büyük Doğu idarehanesine gelmiştir. O zamana kadar tanıdığım ve yüzyüze geldiğim biri değil. Yalınız koyu ırkçılığı ve (Hitler) vâri sağ kaşı üzerine uzattığı saçlariyle (karikatür)leştirdiğini bildiği

m, Dr. Rıza Nur yetiştirmesi bir adam... Peyami Safa onun için, Nâzım Hikmet'e koyduğu teşhis ile "tam bir ahmak!" derdi:

- Havası, esprisi, mizaç renkleri olmayan biri...

Konuştuk. Büyük Doğu'ya hayranlığını ve hele "İdeolocya Örgüsü"ne diyalektiği bakımından büyük alâka duyduğunu belirtti. Onunla komünizma ve belli başlı bir şahsa düşmanlık mevzuunda birleşiyorduk; fakat bu (antitez)lere karşılık asıl (tez) bahsinde apayrıydık. O, Türkçülük hissinden geliyor, bizse İslâm fikrinden yola çıkıyorduk. O, ideolocyalaştırılması imkânsız bir duygunun adamıydı; bizse her hissi potasında eriten bir düşüncenin bağlısı...

Bir gün onu evime çağırdım. Tam bir nefs ve dünya muhasebesine girişelim diye... Yanına iki arkadaşını alıp geldi: Fethi Tevetoğlu ve Nurullah Banman... Sabaha kadar konuştuk. Kafa ve ruh çilesine sahip bir insan olmaktan çok uzak göründü bana... Bir milletin hayrı diye bir dâva olamazdı. Ancak bütün insanlığa dağıtımı kabil, beşeriyet çapında bir dâva...

Ona sordum:- İslâmiyet hakkında ne düşünüyorsunuz? Hemen cevap verdi:

- Milletimin dinidir; hürmet ederim!

- Ya milletinizin dini Şamanlık olsaydı?..

İslama böyle bir iltifat, onu topyekûn reddetmekten beterdi. Kıymet, millete verilmiş ve İslâm tâbi mevkiine düşürülmüş oluyordu. Halbuki biz, Türk'ü müslüman olduğu için sevecek ve müslümanlığı nispetinde değerlendirecek bir milliyetçilik anlayışı peşindeydik ve bu anlayışa "Anadoluculuk" ismini veriyorduk. Bir konferansımızda, 15 yıl sonra söyleyeceğimiz gibi, "eğer gaye Türklükse mutlaka bilmek lâzımdır ki, Türk müslüman olduktan sonra Türktür!" tezini güdüyorduk.

Nihâl Atsız'ı budalalığı ve ezberci kültürü içinde son derece sığ bir insan olarak böylece yaftaladıktan sonra, onunla ortak olduğumuz nefret kutupları üzerinde 1950 ve 1958 Büyük Doğu'larında bazı yazılarını da neşrettik. 1958 Büyük Doğularında beni, Adnan Menderes'in sermayelendirdiğini zanneden Nihâl Atsız, isminin imlâsını Etnan Bey diye yazdığı Adnan Menderes'in güya bize yağdırdığı nimetlerden pay istediğini bana mektupla bildirmeye ve yazılarına ödenen paranın azlığından şikâyet etmeye kadar gitmiştir.

Onunla asıl ayrılığımız ve karşılıklı nefrete kadar giden aykırılığımız, ismine ihtilâl dedikleri 1960 gece baskınından sonradır. Hadisenin ikinci günü telefon başındayım ve onunla konuşuyorum:

- Atsız, ne dersin bu hâllere?

- Ne diyeceğim, pekâlâ derim. Seni hâlâ tevkif etmediler mi?

- Niçin tevkif etsinler beni?- Şeriatçiliğinden ve Etnan Bey'e bağlılığından ötürü...

- Ya seni niçin tevkif etmiyorlar?

- BEN DİNDAR DEĞİLİM Kİ!..

Telefonu nefretle yüzüne kapattım ve ölünceye kadar yüzünü bir kere bile görmedim.

İhtilâlden sonraki Büyük Doğu'lar ve bütün Anadolu'yu telgraf hatları gibi ören konferanslarım, onun temsil ettiği, ruhî muhteva dışı posa Türkçülüğünün iflâsını bana gösterdi; ve Nihâl Atsız Bey, "Ötüken" ismiyle çıkardığı dergide Kâinatın Efendisine, hiç bir rezilin kullanamıyacağı sövme kelimeleriyle saldırırken, O'nun ümmetinden en hakîr fert olmanın üstüne şeref tanımayan beni de ihmâl etmedi ve şahsî hayatıma ait türlü iftiralarla lekelemeye davrandı. Nihayet, davasının, türlü sulandırılma ve diriltilme tecrübelerine rağmen silinen izleriyle beraber hiçbir iz bırakmadan silinip gitti.

Bir gün büyük Doğu neslinin pırıltılı neşterini saplayacağı ümidini muhafaza ettiğimiz "Babıâli" ufunetini göstermek için bu kadar misâl yeter.Türkiye'nin birbuçuk asırdır beklediği gerçek ruh ve kültür ihtilâli, önce "Bâbıâli"nin millileştirilmesi, ahlâkîleştirilmesi ve temel görüşe oturtulmasiyle başlayacaktır.

Necip Fazıl Kısakürek / Bâbıâli

Güneş yenilenemez, Göz yenilenir.



- İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir.


- Anlayış mı?.. Nurun aynadaki aksi... Aynayı yenilemek...

- Güneş yenilenemez, Göz yenilenir.



Necip Fazıl Kısakürek

İdeolocya Örgüsü'ne Ek: Akıncı-Güç Kadrosuna İthaf

Hangi bağımsızlık?



(Sakarya'da Yunanlıları yendikten sonraki, yenilişlerinde asıl sebep, çizmeyi aşan Yunanistan'a müttefiklerin yardımı kesmesi ve iç olaylarıdır, İngiliz, Fransız ve İtalyan kuvvetlerinin niçin çıkıp gittiğini, açık açık tarihî gerçek olarak ortaya koymaksızın kazanılmış bir bağımsızlıktan bahsetmek... Aşağılık bir devrin propagandasına göre ayarlanmış bir tarih yerine, gerçek bir tarih ilmi ve tarih felsefesi ortaya konulmadıkça, günün ruhî ve sosyal meselelerine gerçekçi bir yaklaşım mümkün değildir. Gerçek şu ki, Anadolu dün jeopolitik durumunun imtiyazıyla paylaşılamadı; ve o gün bugün, Doğu ve Batılı emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda, politik, sosyal ve ekonomik bir statükoya göre ayarlı Batıcı çizgide bir düzen belirtiyor.)

Salih Mirzabeyoğlu / İbda Diyalektiği

Bugün (1979)




BUGÜN (1979)


Fars illerinde bir zulüm idaresini misilsiz bir perçinleşme hareketiyle yıkarken, din ve dünya anlayışı bakımından daha büyük bir zulme yol açan bir güdümün İslâmî hamle yerine geçmek istediği bugün...

Mukaddes topraklarda, itikad arsası bozuk şekilde yükseltmek istedikleri Şeriat duvarına yaslanıp Allah'ın Evini basmaya kadar giden, Mehdi izinde yol aldığını ve Şeriatı tepetaklak edici bu durumu İslâmiyet bilen, böylece yahudilik ve İslâm düşmanlığı ekmeğine yağ süren gaflet ve cehalet sürfelerinin daha ilk günde yumurtalarını çatlatmaya başladığı bugün...

Fas'ta bonmarşecilik, Cezayir'de çıkartma kâğıdı esnaflığı, Tunus'ta coplu küfür; Libya'da mektep kaçağı, çocuk oyuncakçılığı, Mısır'da tavizci maslahatçılık, Suriye ve Irak'ta ise solculuk afyonkeşliği manzarasını yaşatan bugün... Umumiyetle tepeden inme hesapsız bir miras gelirinin savrula savrula tükenmez giderinden ibaret bir iktisat markası bugün... Böyle bir bedavacılık nimetinin hakikatte ne büyük belâ olduğundan ve zaman ve mekânı fethetme işinde bunların asıl silâh değil, silâha hedef teşkil ettiğinden habersiz bir ruhîyat damgası bugün... Bir takım kabuk üstü yeltenişlerden ve "reform" kakafonilerinden başka tek ses vermeyen bugün...

Hele, Yeniçeriliğin modern hortlayışından başka birşey olmayan 1960 gece baskınından sonra, bütün değerlerinden ve dengelerinden olmuş ve İslâm'da bile, kesik bir süt gibi yarık yarık ve çatlak çatlak hâle gelmiş, halbuki zamanın en büyük emanetini daima omuzlarında tutucu mesuliyetten düşmemiş Türkiyesi ile bugün...

Nihayet, tamamıyla ayrı ve kütüphânelik mevzu olarak Batı dünyasının her iş ve inanış şubesinde iflâsını ilân ettiği ve "tek tecrübe etmediğimiz İslâm'dır!" demeye başladığı bugün... Ve eğer İslâm tükenmez bir petrol kuyusu gibi, Batı içinden kendi idrak âletleriyle fışkıracak olursa bu defa İslâmı müslümanlara öğretmeye ve onları dinlerini anlamamış olmakla suçlamaya mecbur kalacağı ve hiçbir paya lâyık görmeyeceği bugün... Ve, ve, ve... Fikirde ve aksiyonda asır yenileyicisini gözleyen, onu Türkiye'den bekleyen, Türkiye'yi evvelâ içinden fethedici, sonra İslâm âlemini birleştirici, daha sonra da topyekûn insanlığa arzedici destanlık role çağıran bugün... Ikınıp sıkınmaya ve evirip çevirmeye ne hacet:

Biz "Esfel-i Safilin" dedikleri aşağılıkların en aşağısından yüksekliklerin en yükseğine zıplamak gibi bir memuriyet altındayız! Bizim için orta yer yok! "Ya tepeye zıpla, ya olduğun yerde can ver!" ihtarını getiren yeni çağın başındaki tesbitimiz budur.

Salih Mirzabeyoğlu / İbda Diyalektiği


Filistin Utanç Duvarı


22 Ekim 2012 Pazartesi

Altıparmak


ALTIPARMAK...

Cihanın ideolocya manzumeleri... Teker teker batıl... Fakat hepsi fikir ve hakikat çilesine dayanıyor... Herbiri, kendi batıllığı içinde, eksiksiz ve tezatsız bir mimari cehdi belirtiyor. Alın teri, göz yaşı, ciğer kanı ve beyin uru, onların hisse senetleri...

Bunlara karşılık, bizim Altıparmağın haline bakın! Hiçbir fikir sisteminin ağzına almadığı altı kelime ezberlemiş. Kelimeler
den herbirini de tepetaklak bir anlayışla sivri uçlu muştular halinde parmaklarına geçirmiş, kafamıza indirmekte... Cumhuriyetçi parmağı, firavunlar istibdadının, milliyetçi parmağı garp takliçiliğinin , devletçi parmağı zümre saltanatının, halkçı parmağı da mezbahada koyunlara karşı kasap himayeciliğinin aletleri ...

İdeolocyadan veya ideolocyasızlık felaketinden geçtim olsun; bakın siz, iş nerde bitirmişiz!
Cihan ter mendilinde kan kurutarak selamet ideolocyası peşinde gezerken, sen, ideolocya diye yutturduğun altı parmağınla vur,bizim kafamıza, vur! Suç, onu indiren yumrukta değil, onu yiyen ve ebediyen yiyeceği hissi veren kafada ...

Necip Fazıl Kısakürek

27 Ocak 1950 Büyük Doğu Dergisi (1001 çerçeve) 


Selçuklu Türbesi



"Artık Kapalı Çarşı'da turistlere yutturulan aşağılık mallardan biri oldu şahsiyet!" diye düşünüyorum. 
Uzakta, gölün sol kenarında arpa anbarı hâline getirilen bir Selçuklu türbesinin ehramvâri zarif kubbesi, 
benimle aynı fikirde görünüyor."

Necip Fazıl Kısakürek, 

Hikâyelerim, Hasene Bacı, s. 114

İbda

*Salih Mirzabeyoğlu / İbda Diyalektiği

Mübarek Kubbemiz...


Mübarek kubbemizi, tersine çeviren bir limon kabuğu gibi çukurlaştırıp sarhoşların kusmuk hokkası haline getirenlere karşı, alt ve temel yapı, yepyeni, fakat İslâm ölçülerinden zerre fedâ etmez bir anlayış emrinde ta tepeye oturtmayı bilecek ve intikamını Allah'ın <<Müntâkim>> ismine ısmarlayacaktır.

Duamız şudur:

- Yâ Müntâkim! Bizi intikamına memur et!

Necip Fazıl Kısakürek

Rapor 2, Sayfa 19