21 Ocak 2013 Pazartesi

Büyük Doğu ve Türk Töresinin Yeniden Dirilişi


Malesef biz; yani
 Türk’ün Cihan Hâkimiyeti rüyasını gören biz, Türk’ten ne kadar habersizsiz ve ütün birikimiyle Türk bizde ne kadar suskun ve belirsizdir. Sebepleri kimimizce şu veya budur, bu milletin işleyen, arayan adeta yırtınan kafaları yıllardır bu sebepleri araştırıyor, bunları eserleri ile ispata çalışıyor, çözüm yolları teklif ediyor. Bu çözüm teklifleri bazı konularda farklı olsa da, bazı alanlarda kesişiyor, aynı şeyleri söylüyor. En başta geleni Mukaddesatçı ve Milliyetçi Türk Gençliğinin fikir önderlerinin verdiği “Eser”lere karşı sessiz ve ilgisiz kalmasıdır, diyebiliriz. Halbuki bu eserler pek nadir ve pek kıymetlidir. Yıllardır sloganlaşmış, psikolojik itip kakmalara terk edilmiş ve bu yolla sanki aziz vatan ve milletin hakkı teslim edilebilirmiş gibi bir halet-i ruhiye sergilenmiştir. Sen aziz okuyucu şunu bil ki; bu vatanın gerçek sahibi olabilmek için sadece red edişe dayalı bir uslubla, yani ne olmadığını, ne olamıyacağını işaretlemekle, neyi istediğini, ne olmak gerektiğini belirtmiş olmuyorsun. Biz kimiz ve geleceğe sarkan şuurumuzun hedeflediği rüya nedir? Bu rüya nasıl ele geçebilir? Bu rüyayı hayata hakim kılmak için aziz millet hangi vasıflara sahip olmalıdır? Bütün bu sorulara cevap vermek ve bunu milletin vicdanında yeşertmek borcu altındasın.

Yusuf Has Hacip’in "Kutadgu Bilig" adlı eseri ile Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in “İdeolocya Örgüsü” adlı eserinin bizce mutlaka yeniden ele alınması gerekmektedir. Kutadgu Bilig üzerine yazılmış çeşitli eserler vardır, fakat biz 1995 yılında en son araştırmaların ışığı altında Sayın Sait Başer tarafından kaleme alınan “Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre’den Sevgi Toplumuna” adlı eseri kayda değer buluyoruz.

Kutadgu Bilig; kelime anlamı itibari ile “kuta ulaştıran bilgi” demektir. Sait Başer’in ifadesiyle kut’u kazanma bilgisi, yani Töre’yi anlatmaktadır. “Töre ise Türklerin dünya görüşünü ifade eder. Kut Töre’ye uymakla kazanılır. Bu sadece idareciler için değil, bütün insanlık için konmuş bir idealdir; fakat o, aynı zamanda devlet fikrinin çekirdek mânâsıdır. Devlet, çekirdek mânâ itibariyle, insanlığın kut’a kavuşmasını sağlayan bir mekanizmadır; ki Kutadgu Bilig’de mevzuların Türk Medeniyetinin karakteristiği olan “devlet” zemininde şekillendirilmesinin sebebi budur.” Biz aynı mânâyı “İdeolocya Örgüsü”nde de görüyoruz. N. F. Kısakürek diyor ki:

"Büyük Doğu, İslamiyetin emir subaylığı... Büyük Doğu, İslam içinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı... Sadece “Sünnet ve Cemaat Ehli” tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslamiyete yol açma geçidi; ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti Yirmibirinci Asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi... Galiba işlerin de en değerli ve pahalısı...”

Merhum N.F.Kısakürek’in bu amaca ulaşmak için teklif ettiği yol ise “Başyücelik Devleti”dir. Kutadgu Bilig’de Türk’ün “devlet”ini diğer devletlerden ayırıcı özellik onun “töre”yi uygulamakla görevli oluşu olarak işaretlenmiştir. Hangi devlet Türk’ün “devlet”idir, sorusunun cevabı budur. “Töre”nin, çağın hak dini olması kanaatimizce kesine yakın bir gerçektir. “Töre”ye bağlı olanların ismi Türk’tür. Zira biz biliyoruz ki, Türk ismi sanıldığının aksine bir ırk ismi değildir. Türk, “Töre”ye uyan, Töre ise “Tanrı”nın buyruğudur. 3192 beyitte bu konu açıkca “Töre’nin gerçek koyucusu Tanrı’dır” denilerek belirtilir. Yusuf Has Hacip bu eseriyle bize İslâm öncesi Türk milletinin Hak bir dine sahip olduğunu, bu dinin bir şeriatının-töresinin olduğunu, devletin ve kağanın töreyi-şeriatı uygulamak ve kollamak görevinin bulunduğunu bildirir. Böylece O, bize İslâm’a nisbetle müslüman ne ise, eski dildeki şekliyle “Törük”e nisbetle Türk’ün aynı şey olduğunu anlatır. Son araştırmalarda Türk kelimesinin “Törük”den geldiği de ispatlanmıştır. Bugünkü dille ve bu çağın “Hak Dini-İslâm’a” nisbetle söylersek o gün Türk ne idiyse, bugün “Müslüman” odur. Türk Milleti, İslâm Milleti idi. Hz. Adem’den beri gelmiş geçmiş bütün “hak din”ler, Allah tarafından temiz ve pak peygamberlerinin tebliğ ettiği şekliyle “İslâm”dı. Bunu bize Kur’an bildiriyor. Ceddimizin istisnalar dışında bilinen tarihini gözönüne alarak söylüyoruz ki, ceddimiz her zaman “hak din”i kabul edenler safında olmuştur. Türkün “Devlet”i daima, Allah’ın bildirdiği “mutlak ölçüler”e uygun olmuş ve bu “mutlak ölçüler”i insanlığa mal etmenin vasıtası olmuştur. Bu gerçek sürekli saklanmaya çalışıldı. Osmanlı’yı ve bu yolla İslâm Şeriatını reddederken Türk Milleti’ne yepyeni ve güya İslâm dışı bir rota tayini ile Orta Asya Türklüğü ideal olarak işaretlendi. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu amaçla kurulan araştırma enstitülerinin varlığını ve bu alandaki çalışmaların yoğunluğunu biliyoruz. O günlerde bilgilerimiz kıttı. En önemlisi Fransız İhtilali’nin ırk temeline dayalı anlayışının etkisiyle tüm yazılı belgelere ırki temelde bakılıyordu. Fakat araştırmalar derinleştikçe işin rengi değişti, fark edildi ki Türklük düpedüz bir inanışa bağlılığı, yani dini temelli bir sınıflamayı idealleştiriyordu. Çalışmalar derhal askıya alındı. Türkiye’deki Üniversitelerde Türkoloji bölümlerinin yeni “devlet” açısından belirttiği önemin aksine desteksiz bırakılması ve hatta engellenmeye çalışılması bu gerçeğin tezatlı bir ifadesi oldu. Zira Türk’ün tekrar çağın “hak dini” İslam’ın şeriatına bağlılığı artabilir, ceddi gibi Allah erliğine eski ifadesiyle Alplik yapmaya soyunabilirdi. Heyhat ki bu araştırmalar bir avuç Türk Münevverine mal olmuştu artık ve bugün boğulup atılmaya çalışılan Türk’ün o saf ve temiz imânı tekrar gün ışığına çıkıyor!.. Ve özellikle bu yeni bilgiler eşliğinde “Büyük Doğu ve Başyücelik Devleti” ideali, yani sadece reddedişe dayalı olarak değil, neyin istendiği ve istenmesi gerektiği tüm İslâm Âlemine, mukaddesatçı ve milliyetçi Türk Gençliği’nin eliyle tüm muhteşemliği ile sunuluyor!..

Niye Büyük Doğu ve Başyücelik Devlet’i? Başyücelik Devleti Türk’ün “devlet” anlayışını temsil eder mi? İslâm’a aykırı düşmeyen ve Türk’ün İslâm’a mâledebildiği “devlet” fikrine ait hikmetler nelerdir? Bir “devlet”in Türk Devleti olması için gereken temel vasıflar nelerdir? Tüm bu ve buna benzer soruların cevaplarını vermeye çalışacağım.


Hemen işin başında Başyücelik Devleti’nin İslâm’ın “Mutlak Ölçüleri”ne tam bir mutabakat halinde olduğunu söyleyelim. İslâm öncesi Türklüğün ne mânâya geldiğini, ve Türk Devlet’inin hangi “Esasa” muhit olduğunu belirttik. Bu esas Allah buyruğudur. Bu açıdan Başyücelik Devleti Türklüğün ‘Allahçı Anlayışı’na uygundur. Başyücelik Devleti’nin başı “Başyüce”dir. Başyüce’nin bariz vasfı nedir? Bu soruya şöyle cevap verebiliriz:

"Başyüce, milletini tek şahıs içinde yekunlaştıran baş örnek... Onun içindir ki, selahiyeti, hak ve hakikate karşı bu yekuna eş, kendi öz nefsine karşı da bu yekunun en ufak parçasından daha küçük...”

"Bütün selahiyetler beşeri haddinin en üstüniyle eline teslim edilmiş kamil ferdin, Allah’ı, vicdanı ve milleti arasında terkibleştirmeye memur bulunduğu kamil ahenk uğurunda, öz nefsini selahiyetsizlikte son mertebeye indirmesi... “Başyüce”nin heykelleştireceği remz, işte bu mananın temsilciliği ve şahıslandırıcılığıdır...”


Merhum N.F.Kısakürek’ten yaptığımız bu alıntıyı açalım. Başyüce temsil ettiği milletin haklarının tümüne sahiptir, bu hakların çerçevesi İslâm’ın belirtiği hak ve hakikate ters kullanılamaz. Başyüce böylece tüm yetkileri elinde toplamış ahlâkça en olgun hem Allah’ın haklarını gözetici, hem milletin ihtiyaçlarını giderici çabasıyla kendi şahsî nefsinin tüm yetkisini elinden alabilmiş, yani nefsini alaşağı edebilmiş ferdin şahsında milletin toplu iradesidir. Kaynaklara göre mesela Kutadgu Bilig’de Kağan, Bey, yani devletin ve milletin başı iki önemli sorumluluğa sahiptir. Birincisi Allah buyruğu Töre’nin uygulanması ve gözetilmesi, millete karşı Töre’nin temeli olan “konilik-adalet” ile muamele. Kağan bu konuda Allah’a karşı mesuldür ve bu iktidar bu amaçla Allah’ın bir lütfu olarak kendisine bahşedilmiştir. Yetkiyi Allah’ın buyruğu olan Töre’den alır. Yani Kağan Allah karşında milletin Töre’ye karşı sadakatini temsil eder. Ayrıca Kağan, kendisi de dahil olmak üzere tüm Allah buyruğu Töre’ye bağlı olanlara Allah’ın bir şefkat elidir. Kut’a ermiştir, eski deyimle kutlanmıştır. Kut, Allah Buyruğu Töre’ye uymakla elde edilir. İslâm Tasavvufu’nda nefsin Allah’ın Şeriatı-Buyrukları’na uymakla alt edilerek, İlahî tecelliye mazhar olması yani kutlanması aynen geçerlidir. Hem Başyüce’nin ve hem de Kağan’ın Kamil- öz nefsini temizlemiş, İlahî tecelliye mazhar olmuş- yani kutlanmış olmasının gerekliliği de Başyücelik Devlet’inin gerçek mânâda müslüman Türk’ün Allahçı anlayışına denk düşer.

"Zulme uğrayan herkes, adaleti şeker gibi olan Töre vasıtasıyla hakkına kavuşmaktadır. Ve bu, Töre’nin sağ tarafının eseridir.” ( Kutatgu Bilig 812 beyit)

"Törenin sol tarafı zehir gibidir ve zalimlerle zorbalara, adaletten kaçanlara adaleti tattırmak vazifesindedir.” (Kutatgu Bilig 814 beyit)

"Töre zalimlere, kaba kuvvetle hareket edenlere karşı çatık kaşlı, kaba ve serttir.” (Kutatgu Bilig 816 beyit)


"İster oğlum, ister yakınım veya hısımım olsun; ister gezici, yolcu veya misafir olsun, Töre’ye göre bunların hepsi birdir. Hüküm verirken bunların hiç birisi beni farklı bulmazlar.” (Kutatgu Bilig 817-818)

Buna göre Allah Buyruğu Töre Adaletin Kaynağıdır. Ne ki Töre dışıdır, zülümdür. Törenin sağ ve sol yanı, İslâm’da iyiliği emir, fenalığı men anlayışını, yani Aşk ve Nefret Kutbunu işaretleyen bir remzin aynıdır. Demek ki Töre iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini ayıran Hukuktur ve Ahlâktır. Kanaatimize göre başka türlüsü de beklenmemelidir, zira ikisi de zaman farkıyla aynı kaynaktan beslenir.

"İdeolocya Örgüsü”nde Merhum Necip Fazıl Kısakürek “İSLAM VE ADALET” başlığında şunu diyor: “Alemde, tek adalet kaynağı İslam...” Niye çünkü O, Alim olan, kainatı ve insanı yaratan Allah’ın Buyruğudur. Türk’ün Töre’si budur. 1000 senelik bir tarih dilimi içinde İslâm’a girmemiş, O’nun Kutlu Şeriatı-Töre’sine baş eğmemiş, Bulgar ve Macarların ve dahi Hazarların ve daha bilmem kaç çeşit aslı Türk olan kavimlerin zelil hali ortadadır. İşte bu, “Allahsız Türk Olamaz” hükmüne götürür bizi. Allahsız Adalet olmaz, Adalete boyun eğmeyen Türk olamaz. Değerlendirme ölçüsü bu olunca, “Başyücelik Devleti” ile Töre’nin öngördüğü devlet geleneğinin aynılaştığı görülecektir. Dikkatli nazarlara sunulur.

Dilerseniz konuya Sait Başer’den bir iktibasla devam edelim:

"Töre'nin insan anlayışı nedir?

Yusuf Has Hacib bu konuda, insanlığı iki kategoride ele almaktadır:

1. Yalnguk,

2. Kişi

Yalnguk; yanılan, hata ve gaflet içindeki bir insanlık seviyesini temsil etmektedir. Yalnguk adı ona yanıldığı için verilmiştir. Kişi adıyla belirtilen insan iki türlüdür. I) Bey, II) Bilge. Ve bu iki tip kişi yal-ngukların başı sayılmıştır. Burada bir açıklama yapmak gerekir. Bu tasnif mesela Hind'de yahut eski Avrupa'da oldugu gibi kati bir sınıf sistemi değildir. Yalnguk, gayretleriyle hem Kut kazanabilmekte, hem de ehliyeti nisbetinde yükselebilmektedir. Bu sınıflama insanların akıllarına göre yapılmıştır. Yalnguk hizmet ve ilim öğrenmek yoluyla hem bey hem de bilge olabilmektedir.

İnsana verilen değerin onun aklıyla mütenasip oldugunu belirttik, Kutadgu Bilig'de akıl hakkında da ikili bir tasnif söz konusudur. Aklın yalnguka mahsus olanının adı "Us"tur. Us günlük hayatı devam ettiren, basit meselelerde iyi-kötü ayrımını yapabilen basit akıldır. Gaflet bu akıl sahipleri için geçerlidir. Eski Türkçe'de gaflet bildiren: Usal, usallık, usayuk, usanma gibi kelimelerin us kökünden gelmeleri manidardır. Yusuf Has Hacib'e göre bu sıfatlar yalnguk seviyesine mahsus sıfatlardır. Gaflet ise bir türlü uyku halidir.

Aklın ikinci derecesinin adı ise "Ok" kelimesiyle verilmektedir. Ok, yahut Ög: Hayrı, şerden ayırd etmek, aslını araştırmakla mükellef, hikmet ile meşgul olan, gönül sahibi kişilerde bulunan ve hikmete teslim olan bir akıl seviyesidir. Aynı kelimenin diğer manası ise "ana" : mefhumudur, şimdi anasız yerine kullandığımız öksüz kelimesi buradan gelmektedir. Dolayısıyla buradaki ok seviyesindeki aklın, asla mensubiyet, akl-i küll ile münasebet bildirdiğini de düşünmek gerekecektir.

Böylece İslamiyet'te görülen beşer-insan (beşer yani insan olmakla müjdelenmis, insan yani Allah ile ünsiyet kurmus kişi) anlayışı ile, akl-ı maaş ve akl-ı maad tasnifini andıran bir sistemle karşı karşıya gelmekteyiz.”

Sait Başer’in de ifade ettiği gibi Türk’te insan anlayışı toplumu iki ana sınıfa böler; birincisi kişi, ikincisi ise yalnguktur. Biz bu sınıflamayı yeterince açık bulmamakla birlikte, birçok sınıf anlayışından üstün buluyoruz. Türk’ün devletinde idare kişi sınıfına dayanır. Kişi sınıfı, yalnguk sınıfını Töre’ye göre yönetmek ve böylece kut sahibi kılmakla mükelleftir. Buradan zımnen anlaşılan odur ki, hakimiyet hakkı gafillere verilemez. Gafleti temsil eden basit akıl olarak “us”, akl-ı küll ile münasebete girmiş aklı temsil eden “ög”ü takdir mevkiinde değildir. Us sahibi ekseriyeti temsil ederken, ög sahipleri azınlıktadır. Yönetme hakkı bu azınlığın elindedir, elinde olmalıdır. Türk’ün töresi budur. Devlete “ög- selim akıl” hakim olmalıdır.

Bu açıklamaların ışığı altında Başyücelik Devleti hangi sınıfa dayanır? Merhum Necip Fazıl Kısakürek bu konuyu “Sınıf” başlığı altında şöyle cevaplandırır:

"Bir İmam-ı Gazali ile keleş bir çobanı kemmiyet hesabiyle bir tutan bir rejim, onu erhamlara taş taşımaya mahkum edici Firavunlar rejimi derecesinde batıldır. Yani ne fert sultanlığı, ne de başı boş hükümranlığı...

Bütün bunlar yüzündendir ki "hakimiyet halkın değil, hakkındır!” düsturunu, herbiri hakta fani olarak ruhlarına nakşetmiş idrak soylularını teşkilatlandırma, ve sadece hak adına nefs dışı imtiyazlandırma davası, İslam inkılabının istinat edeceği sınıfsız sınıfı, her sınıftan üstün insanlar sınıfını hedef tutacaktır.”

Kendi ifadesiyle bu sınıfın adı “GERÇEK MÜNEVVERLER, ÇİLEKEŞ FİKİR SOYLULARI ASALET SINIFIDIR”.

Biz Eski Türk Töre’sinde kişi sınıfının bey ve bilge zümrelerine dayandığını görüyoruz. Bugünün diline tercüme edersek amirler ve alimler zümresi denilebilir. Bunun müşahhas plandaki tezahürlerini şimdilik kenara bırakalım. Zira maksadımız “Başyücelik Devleti” anlayışının izini sürmek, “bilinenlerin yardımıyla bilinmeyeni tanıtmak”. Başyücelik Devleti’nde Aydınlar Aristokrasisi hangi müşahhas, elle tutulur kurumlar şeklinde tecelli eder? Bunun cevabını şöyle belirtebilirz; bey-amirler zümresi “Başyücelik ve Yüceler Kurultayı” kurumları eliyle temsil edilirken, bilge-alimler zümresi ise “Başyücelik Akademyası”nca temsil edilir. İlki ahalinin tüm meselelerinden birinci elden sorumlu, dış planın düzenleyicileri, ikincisi ise kendi sahalarına dönük iç aksiyonu daima hep yeniden şekillendirici iç planın kaşifleridir. Bu enfes yaklaşım ve anlayışın Türk’ün ve onun şahsında tüm asyanın karakterine uygunluğu bize şunu ihtar ediyor; batının kendi bünyesinde olgunlaştırdığı ve çilesini çektiği kendine has monarşi, demokrasi, oligarşi idareleri yerine –ki tutmadığı ortadadır- “Başyücelik Devleti” idare şekli bizim tekrar Türkleşme, Asyalılaşma misyonumuza tek çare olarak gözükmektedir. Bu misyon baştan geriye doğru Osmanlı, Anadolu Selçuklu, Selçuklu, Gazneliler, Karahanlılar çizgisinin tekrar, fakat yepyeni şekil ve muhteva ile dirilişi mânâsına gelmektedir. Yani özetle Töre’nin, Türk’ün yeniden dirilişi...

Bu arada yine Sait Başer’den ilginç bir ara not aktaralım:

"...Bu noktada Kutadgu Bilig'de sadece Ög ve İrfan arasında geçen ve bu iki değerin yakınlıklarını ifade eden “gönüldeş” kelimesi de dikkatimizi çekmistir.”

Bugün gerçek "Büyük Doğu” bağlılarının birbirlerine “gönüldaş” demeleri de bizim dikkatimiz çekiyor doğrusu!..

Sait Başer Beyefendi şöyle yazmış:

"Kasgarlı'nın: "Eski bilgelerin sözleriyle gönül sağlık bulurdu" deyişi, bilge-gönül münasebetini aydınlatmakta ve bilgelik müessesesenin eksikligini dile getirmektedir. Gönül sağlığı bilgeye bağlanmaktadır. Keza bilge kişiler kut ve sevinç kaynağı bilinmişlerdir, kut hem Tanrı'dan, hem Töre'den, hem de bilgeden zuhur ettigine göre, bilgenin kilit mevkiinde bulundugu apaçıktır. Görüldüğü gibi yalnguk'u bilge yapmak Töre'nin baş hedefidir. Bu maksatla ahlaki, içtimai, siyasi birçok prensip koymus, müesseseler kurmus, insanlığa kendi hakikatlerini bildirmek ve onları sükunetle refah içinde yaşatmak maksadıyla devlet gibi insanlığa en büyük faydayı getiren yüksek bir merkez müessese vücuda getirmiştir. Yani Töre'nin devleti de insanı kendi hakikatine götürmek maksadının bir vasıtasıdır.

Bu ulvî ideale bağlandığı için Türk devleti gerçek devlettir. Türk halkı bu yüzden devlet yolunu, Allah yolu saymıştır. İslamiyetten sonraki devirlerde de bu yönelişi, devlet terbiyesini yaşatmıştır.”

Kutsal ve dokunulmaz "devlet" anlayışının ne olup, ne olmadığını da işaretleyen bu ifadelerden sonra, "Batı Töre”sini kendine kızıl elma seçen devşirme “Türk Devlet”lerinin muhasebesini Mukadesattçı ve Milliyetçi Türk Gençliği’nin vicdanına ve izanına bırakıyoruz. Fakat bu vicdan muhasebesinden önce Bilge Kağan’dan bir uyarıyı aktaralım. Bu alıntı Orhun Kitabeleri’nden, buyrun:

(Kuzey cephesinden bir bölüm)

"...Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa kabilesine, milletine, akrabasına kadar barındırmaz imiş. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok, Türk milleti, öldün; Türk milleti, öleceksin! Güneyde Çogay ormanına, Tögültün ovasına konayım dersen, Türk milleti, öleceksin! Orda kötü kişi şöyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal verir, yakın ise iyi mal verir diyip öyle öğretiyormus. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp, yakına varıp, çok insan öldün! O yere doğru gidersen Türk milleti, öleceksin!..

....Bilgisiz kağan oturmuştur, kötü kağan oturmuştur. Buyruku da bilgisizmiş tabiî, kötü imiş tabiî. Beyleri, milleti ahenksiz oldugu için, aldatıcı oldugu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr oldugu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirttiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş. Çin milletine beylik erkek evlâdını kul kıldı, hanımlık kız evlâdını cariye kıldı. Türk beyler Türk adını bıraktı. Çinli beyler Çin adını tutarak, Çin kağanına itaat etmis. Elli yıl işi gücü vermiş. Doğuda gün doğusunda Bökli kağana kadar ordu sevk edi vermiş. Batıda Demir Kapıya ordu sevk edi vermiş. Çin kağanına ilini, töresini alı vermis. Türk halk kitlesi şöyle demiş: İlli millet idim, ilim şimdi hani, kime ili kazanıyorum der imiş. Kağanlı millet idim, kağanım hani, ne kağana işi, gücü veriyorum der imis...”

Osmanlı ve “Batı Töresi” ilgisi ile, o dönem Türk Devleti “Çin Töresi” ilgisine dikkatinizi çekmek isterim. Bu arada “vatan” deyince kanı kaynanlardansanız, Bilge Kağanın o dönemin “çürük elması-kötü kağana” ne yaptığına bakıp, belki bu dönemim Bilge Kağanı’nın kim olduğunu bulursunuz!.. Bir zahmet bir iki ansiklopedi karıştırın. Ne buyuruyor Hz. Ali, “Hakikati öğren, hakikati söyleyeni sonra öğrenirsin!..”

Şimdi gelelim “Batı Töre”sini kendine kızıl elma seçen sahte milliyetçileri teşhise:

Fransız Yahudilerinin Büyük(!) Fransız İhtilali eliyle tezgahtarlığını yaptığı ırk temelli Jaboken milliyetçilik zehrini Türk’ün iman kafesine akıtmaya çalışan yılan başlı yerli ihanet şebekelerine burdan haykırıyoruz; Yahudinin ırkına bağlı din, devlet, teşkilat ve dünya hakimiyeti (siyonizimi) idealleştirmesi zülmünü Türk’lük maskesi altında besleyenler, destekleyenler ve pirim verenler Türk değil, Türk’lükten, Yahudilerin devşirdikleridir.

Ve tekraren diyoruz ki:

Sen aziz okuyucu şunu bil ki; bu vatanın gerçek sahibi olabilmek için sadece reddedişe dayalı bir uslubla, yani ne olmadığını, ne olamıyacağını işaretlemekle, neyi istediğini, ne olmak gerektiğini belirtmiş olmuyorsun. Biz kimiz ve geleceğe sarkan şuurumuzun hedeflediği rüya nedir? Bu rüya nasıl ele geçebilir? Bu rüyayı hayata hakim kılmak için aziz millet hangi vasıflara sahip olmalıdır? Bütün bu sorulara cevap vermek ve bunu milletin vicdanında yeşertmek borcu altındasın.

Necip Fazıl Kısakürek’i tekrar keşfetmek mecburiyetindeyiz. Bir avuç Münevverin çabaları ile gündeme getirilen Büyük Müslüman-Türk Mütefekkiri N.F.Kısakürek’in tüm fikir haşmetiyle zuhurundan rahatsız olan, “cumhuriyet gazetesi” müşahhas örneğinde olduğu gibi, bir takım şebekeler yerinden zıplamaya başladı. Resmen Müslüman-Türk’ün uyanışından ve bu uyanışın besleyebileceği Yepyeni Başyücelik Devlet’inden ödleri patlıyor!.. N.F.Kısakürek’in fikirlerini İYİ HOŞ ŞAİRDİ lakırtılarına boğmak isteyen bu Yahudi Devşirmesi Vatan-Millet düşmanı şebeke devletin en etkili merkezlerinde büyük heyecan uyandıran TEKRAR YENİDEN AYDINLANMA HAREKETİ BÜYÜK DOĞU karşısında, milleti sömürme tezgahı haline getirdikleri Türkiye Cumhuriyeti’nin aslına rücu edebileceğinden korkuyorlar. Ve biz de diyoruz ki geçmişte gerçek ülkücüleri ve biz onlara sahip çıkamadığımız için şucu ve bucu olmuş Anadolu evladını terorist yaftası ile yaftalayıp milletin gözünden düşürdüğün, zaten uyuyan ve bir türlü elimizin yetişemediği Aziz Müslüman-Türk Milletinin İslam İtikadını, Şeriat özlemini, Vatan Aşkını velhasılı kelam Mukaddes Değerlerini o rahatlıkla, “devlet”in benimsediği “Batı Töre”sine dayalı rejimin de yardımıyla ifsat ettiğin günler sona erecek!.. Devlet aslına rücu ederek yine Türk’ün Devleti olacak!.. Eğer bu millet topyekun ölmediyse, bu olacak!..

Mart-2008


Abdullah Kuloğlu