30 Aralık 2011 Cuma

Teşkilat Üzerine

Teşkilat Üzerine


STÖ veya genel isimlendirmeyle teşkilat, kabaca 3 unsurla mümkün. Birincisi mudir bir fikir, ikincisi bu fikre bağlı bir kadro, üçüncüsü yine aynı fikre bağlanmış bir sermaye gücü (finans). İster menfi, isterse müsbet olsun bu böyle.

İhtilal ve İnkilapçı bir teşkilat için alet mevkiinde olan teşkilat meselesi, şekilleri yer ve zemine göre has ve hususî olabilse de, nihayetinde topluma, bağlandığı ideolocya örgüsünü benimsetme temel gayesine bağlı bir şube.

Teşkilat için imkân söz konusu edildiğinde; bizzat bağlanılan fikirden, kadrodan finans meselesine kadar temel unsurların ve diğer teferruatların ne ölçüde var olduğundan bahsedilir. Herşeyin başı ruh olmak üzere imkânın yokluğunda, bu imkânın hazırlanması da teşkilatlanma faaliyetinin hasrı içindedir. Veya teşkilatın gerekliliğinin izahı ve ihtiyacın derinleştirilmesi de o ruhun kazandırılması gayesine matuf ayrı bir şube.

BDFO bu manada, sürekli değişen eşya ve hadiseler zemininde, teşkilatın gerekliliğini izah ve ihtiyacın derinleştirilmesi gayesine bağlı alet rolüne sahip herşeyden önce. Velev ki BDFO henüz bir teşkilat kıvamına bürünememiş olsun, fark etmez. Böylece böylesi bir teşkilatın gerekliliği ve ihtiyaç olarak his edilmesi keyfiyeti, hadiselere yanaşan bağlıların şuur durumunun, değişen eşya ve hadiseler karşısında ne derece hazır olduğunun da göstergesi. "Ben kimim?" veya "Biz kimiz?" sorusuna bu yolla verilmiş bir cevap. Kısaca mükemmel bir fikre bağlı olmak, peşin olarak bizi mükemmel yapmaz, yapamaz. Hadiseler karşısında gösterdiğimiz, gösterebildiğimiz tavırlarla -ahlakımızla- ancak mükemmel fikri ne kadar kendimize mal edebildiğimiz anlaşılabilir. Mütefekkir'in meşhur misaliyle, kilerdeki gıdayı ne kadar güçlü olduğumuzun göstergesi diye sunmak ancak kendimizi kandırmak olur. Teoriden pratiğe ordan tekrar teoriye şeklinde gel gitler boyunca zengileşmesi mümkün bir meselenin, sadece fikri olmadığını anlamak bakımından sanırım önemli bu konu. Sindirilememiş hareketin aksiyon-amel ile alakasızlığı, bizi ister istemez fikrin içine işlemiş ahlâka göz dikmeye zorluyor. İcabında dış yüzden aynı gibi gözüken durum ve tekliflerin, birisi ulvî gayeye bağlılığın bir tezahürü olabilirken bir diğeri ulvî gayeye bağlı görünmenin getirilerinden faydalanmak suflî gayesine de nişan olabiliyor. Mekr-i İlahî gereği gayesi suflilerin de ulvî gayeye hizmetçi oluşları bu durumu değiştirmez. Bu tip imkânsızlıkları içe bağlı imkânsızlıklar olarak işaretliyelim.

Dışa bağlı imkânsızlıklar ise, misal olarak finansman gibi, hal edilmesi gerekli olmakla birlikte esasta teşkilat ve kadroyu muhkemleştiren unsurlar (sıçrama taşı keyfiyetli) arazlar rolünü oynar. Yani dışa bağlı imkânsızlıklara bağlı yaşanan bozgun ve geri çekilmeler eğer iç imkânsızlıkalara mahkûmiyet söz konusu değilse bilakis teşkilat ve kadro için faydalı tecrübe sınıfına girer. İşte bu teşkilat ve kadronun, sağlam fikri, sağlam bir şekilde sindirebildiğinin en önemli göstergesidir. İstikamet meselesi!.. Zaten aksiyon-amel de istikamet üzere hareket manasına geldiğinden, burda gayenin topluluk elde etmek olduğu görülür. Çekirdek topluluğun etrafında halkalanan topluluk!..

Biz henüz bir topluluk muyuz, yoksa bir sürü mü?

Yazılanlara muhatap olan bağlıların, zaman zaman heyecanla his ettiği fakat sonra o heycanın yitirilmesiyle kaybolup giden bir bağlılık derecesi?! büyük bir ekseriyetle ikinci halka topluluğun varmış gibi görünüpte asılda yokluğunu doğuran gerçek amil. Zatından hareketli, yani motivasyonunu her şart altında canlı ve diri tutanlar açısından bu amil başlı başına bir imkânsızlık konusu.

Bu gözle, Müteffekkir'i bizzat biz ademe mahkûm etmiş durumdayız.

Son günlerde yaşanan ve yaşanmaya devam eden gazze olayları vesilesiyle, iliklerimize kadar tezahürlerimizin zemini aletlerin yokluğunun ızdırabını yaşamış olabiliriz. Fakat bu bugünün meselesi değil, dünün ihmal edilmiş meselelerinin sonucu. Bu ihmal devam ettiği müddetçe, anlık öfkelerin beslediği anlık hareketlere mahkûmiyet devam ettiği müddetçe, aynı akibeti yaşamamız mukadder.


Zafer, televizyon ekranından seyredilen İslam Ordularının heycan uyandıran ataklarının tazyikiyle, çoşkunluğa kapılıp havaya yumruk sallamakla gelmez. Ortada bizatihi sen olmadığın için kavgasını yapma imkânsızlığı içinde boğuşan bir topluluk var.

İslam toprakları içinde ha Anadolu ha Gazze !.. Gazze'de savaşı gerekli kılan Hamas'ın varlığı, yoksa Anadolu daha az kuşatılmış değil. Tek fark bizim Hamas'ımızın teslim olmaz ve teslim etmez iradesi ve onun tezahürlerinin olmayışı. Bu başlı başına tüm halis tepkilere rağmen bizim Mahmud Abbas siyasî kültürüne ve ahlâkına bağlı oluşumuzdan. Her ne kadar tezatlı gibi görünse de, yarım oluşa rızalığımızın, gazze'de tam oluşa kast ve irade etmiş Hamas'a kurşun olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu bir iyi niyet meselesi değil sadece, mücerret bir azim ahlâk tasavvur edilemez. Yani mücerret bir iyi ahlâk mümkün değil, iyi ahlâka istikamet gösteren sağlam fikir etrafında teşkilat ve toplu iradenin göstereceği sistemli bir mücadele lazım.

Yoğurma aşaması!.. adım adım halkalamak için halkalanmak meselesinde düğümlü. Şimdi sen, yani bizatihi bu yazıyı okuyan Siyonist İsrail'den yana mısın ? Yoksa kuşatılmış "Anadolu" düğümünü çözmek gayesiyle ikmal edilmesi zorunlu Hamas'ını kurmaktan yana mı? Öyle hamaset ve dış yüz fikir yalayıcılığı ile ikmali mümkün olmayan Hamas'ının mı? Anla!..



17/01/2009


Doğu Strateji

Hiç yorum yok: